5 Kasım 2007 Pazartesi

Çalıştay - Görünmeyen Evlatların Geri Dönüşü

BULUŞTAY - YENİ BİR OLUŞUMA ÇAĞRI: ÇGSG (ÇAĞDAŞ GÖSTERİ SANATLARI GİRİŞİMİ)

Saat: 12.00 - 12.30
Yer: İTÜ 1

Konuşmacılar:
Şule Ateş (ÇGSG, Türkiye)
Nihal Koldaş (Bilsak & Maya Sanat, Türkiye)
Yeşim Özsoy Gülan (Ve Diğer Şeyler Topluluğu, Türkiye)

ve

ÇALIŞTAY - GÖRÜNMEYEN EVLATLARIN GERİ DÖNÜŞÜ-ÇAĞDAŞ PERFORMANS SANATÇILARI VE YEREL YÖNETİMLER ARASINDAKİ İLİŞKİNİN DURUMU

Saat: 12.30 - 14.30
Yer: İTÜ-3

Oturum Yöneticisi:
Şafak Uysal (Dansçı ve Koreograf, Türkiye)

Konuşmacılar:
Emre Koyuncuoğlu (Tiyatro Yönetmeni, Türkiye)
Jan ZOET (Rotterdamse Schouwburg, Hollanda)
Nevenka Koprivsek (Bunker Direktörü, Slovenya)
Zafer Gecegörür (Bartın Belediyesi, Türkiye)
Fatih Togay (Kadıköy Belediyesi, Türkiye)


Şafak Uysal
Görünmeyen Evlatların Geri Dönüşü çalıştayı ile Çağdaş Gösteri Sanatları İletişim Ağı toplantısını birleştireceğiz.

Şule Ateş, Nihal Koldaş ve Yeşim Özsoy Gülan
Çağdaş Gösteri Sanatçıları Girişimi Türkiye’de bu alanda üretimde bulunan sanatçıları, kültür ve sanat yöneticilerini ve akademisyenleri biraraya getirmeyi amaçlayan bir girişim olarak ilk toplantısını çağrım üzerine Haziran 2005’te yaptı. Yaklaşık bir yıldır düzenli olarak toplanan grup, kendini tanımladı ve faaliyet alanlarını saptadı. Katılımcılar arasında dilbirliği ve ortak bir yaklaşım geliştirmeye çalıştı, varolan sonuçlar ve ihtiyaçlar üzerinde konuşarak girişimin vizyonunu belirledi.
ÇGSG birincil amacı ticari olmayan, disiplinlerarası işbirliklerine açık, kalıpları esneten, kaliteli ve özgün işler araştıran ve yapmak isteyen ve destekleyen sanatçılar, kültür yöneticileri ve akademisyenlerden oluşuyor. Grubun uzun ve kısa vadedeki hedefleri; sürekli bir etki alanı oluşturulması için projeler tasarlamak ve uygulamak, sanatsal alandaki üretimin sayısını ve niteliğini artırmak, bu alana ilişkin geliştirilen kültür politikalarını daha geliştirilme sürecinde tesir altına alacak yöntemleri araştırmak, kültürel programlar üretmekten sorumlu kurumlarla temasa geçerek işbirlikleri geliştirmek ve bütün buları mümkün kılacak doğru örgüt modelini geliştirmektir.
Gösteri sanatlarının iletişim ihtiyacına dair kısa bir tarihçe vermek istiyorum.
İlk işbirliklerinden birinin temeli 1940’larda üniversitelerde atıldı. Üniversite kulüpleri her zaman öğrenciler için kültürel mekan ve politik merkez olarak bir çekicilik unsuru oldular. Tiyatro kulüpleri de toplumda her zaman sivil otorite oldular. Milli Türk Talebe Birliği on bir yıl boyunca aktif olarak uluslararası festivaller düzenledi. Tiyatro sanatında üniversiteler arası etkileşim bir gelenek haline geldi. Bu, devlet tarafından 30’larda kurulan halk evleriyle –sanat için eğitim kurumu gibi faaliyet gösteren yerel kültürel mekanlar- bağlantılıydı. 1950’lerin sonlarına doğru bunlar kapatıldı ve 1960’tan sonra başka bir isim altında yeniden açıldı ve 80’lerdeki askeri darbe sonrasında tekrar kapandı. Şimdi tekrar Türkiye’nin bazı yerlerinde faaliyet gösteriyorlar.
Sivil festivallerinde bir başka dönüm noktası, 1957’de bir grup genç aktör Marmara kıyısındaki küçük bir kasaba olan Erdek’te ilk sivil festivali düzenlediklerinde gerçekleşti, bu Türkiye’deki ilk disiplinlerarası festivaldi. Bu festival, 3-4 yıl sürdü ve Dostlar isimli bir tiyatro grubu bundan türedi. Bu grubun o günden beri Türk tiyatrosu üzerinde çok büyük etkisi oldu. Politik olarak hareketli geçen 70’li yıllarla başlayarak, gösteri sanatçıları bir meslek birliği olarak biraraya gelme ihtiyacı duydular, dolayısıyla bir birlik kurdular. Birliğin üyeleri, devlet ve belediye tiyatrolarından olduğu gibi aynı zamanda da serbest tiyatroculardan oluşuyordu. Üyelerini ekonomik olarak destekleyen bu birlik, bayağı politik bir yapıya sahipti. Hatta bir keresinde protesto ederek Belediye’nin bir tiyatroyu yıkma kararını değiştirerek tiyatroyu kurtardıklarını hatırlıyorum. 1980’den sonra bu birlik de kapandı. Bazı üyeler hapisteydi, bazıları ise devlet tiyatrolarından uzaklaştırıldı.
80’lerde yine biraraya gelme ihtiyacı duyan gösteri sanatçıları, birliklerini yeniden kuramadılarsa da politik olarak aktif olmak yerine okulların özel eğitim kurslarını oluşturdular. Bunlardan biri, tüm alanlardan sanatçılar tarafından mali olarak küçük miktarlarla desteklenen, gayretlerini vererek bir binanın her katında farklı türde bir sanat uygulanan bir kurum olan Bilsak’tı. Bu on yıl boyunca sürdü. Bununla beraber, devlet/belediye tiyatrolarındaki sanatçılar aynı zamanda başka vakıflar da kurdular. TOBAV-Devlet Tiyatroları Opera ve Balesi Çalışanları Yardımlaşma Vakfı bunlardan biriydi. Bazı diğer kurumlar da; TODER-(serbest)Tiyatro Oyuncuları Derneği, TİYAP-Özel Tiyatro Yapımcıları Derneği. Nasıl çalıştıkları bir başka konu ama mevcutlar ve aktif gibi görünüyorlar. Amatör tiyatrolar kendi aralarında iletişim halindeler ve şimdi alternatif bir tiyatro platformu haline dönüştürdükleri bir dernekleri var. Bu derneğin üyeleri, çoğunlukla üniversitelerin tiyatro kulüplerinden, birliklerin işçi tiyatrolarından ve bazı yerel amatör tiyatro gruplarından oluşuyor. Bir web siteleri var, bir bülten yayınlıyorlar, Genel Kurul’ları oluyor ve 1984’ten beri her yıl Boğaziçi Üniversitesi Tiyatro Kulübü’yle Amatör Tiyatro Günleri düzenliyorlar. Türkiye’de tiyatro kulüpleri konservatuarlar dışında gösteri sanatçılarının temel kaynağı. Üyeleri mimarlar, mühendisler gibi farklı branşlardan/mesleklerden geliyor. Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde sekiz yıldır bir dans festivali düzenleniyor ve üniversitenin profesyonel dans grupları var.
90’lardan sonra Türkiye’de çağdaş gösteri sanatları daha fazla görülmeye başlanıyor. Genellikle dernek faaliyeti olarak değil de, daha çok kişilerin bir araya gelerek bir festival, performans günleri ve özel etkinlikler düzenlemesi şeklinde gerçekleşiyor. Kısaca 90’lardan sonraki gelişmelerden bahsedeceğim. Birinci etkinlik; 1990 ve 1991 yıllarında Serotonin isimli bir çok farklı sanat biçimini içeren ve Feshane ve Gazhane gibi tarihi yerlerde gerçekleşen bir sanat etkinliği. 1994’te üç büyük etkinlik gerçekleştiriliyor; ilkinden sonra sürekliliğini sürdüren Assos Gösteri Sanatları Festivali, Yıldız Sarayı’nda Birinci Disipliner Sanat Etkinliği ve Beyazıt Kütüphanesi’nde Serbest Formasyon. Bunlar arasından en uzun süre kalıcı olan Assos Gösteri Sanatları Etkinliği, bunu özel bir sanatçı, özel bir insan olan ve anısı kalbimizde olan Hüseyin Katırcıoğlu’nun desteğine ve girişimine borçlu.
1995 ile 1998 arasında üst üste dört yıl, Gençlik Hareketi Etkinliği; Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği UPSD’nin UNESCO ile işbirliği yaptığı etkinlik gerçekleşiyor, bir çok gösteri sanatçısını, dansçıyı sonrasında da üretmeye teşvik ediyor. Bu etkinlik, Türkiye genelinde genç sanatçılara film, gösteri sanatları, tiyatro gibi disiplinlerden birinde gösteri yapmaları için yapılan açık bir çağrıyla başladı. Bu, genç sanatçıların aynı çatı altında buluşarak fikir alışverişinde bulunmalarına, kendi bireyselliklerini ifade etme imkanını tanıdı. Bu etkinliğin en verimli çıktılarından biri DAGS-Disiplinlerarası Genç Sanatçılar Derneği’ydi. 1996’da kurulan bu dernek, bugüne kadar bir araya gelen tek yasal çağdaş gösteri sanatları platformu olabilir. Dernek; disiplinlerarası ve çağdaşlık konularında ortak bir bakış açısına sahip ressamlar, video sanatçıları, performansçılar, tiyatro sanatçıları, yazarlardan oluşuyordu. DAGS 1997 ve 1998 yıllarında faaliyetine devam etti ve farklı disiplinlerden çeşitli sanatçıların çağdaş performanslarını sunduğu iki Performans Günleri Etkinliği düzenledi. Bunların çoğu, bizim yaratmaya çalıştığımız inisiyatifin bir parçası. Bu iki etkinlikten sonra dernek, devamlılığını koruyamadı ve üyeleri tarafından feshedildi çünkü bir süre sonra “genç” kavramı anlamını kaybetmeye başladı, zira oluşumun içindeki kişiler zamanla yaşlanıyordu ve bunu formüle edecek bir çözüm geliştiremediler. Feshedilmesine rağmen bazı üyeler Bilgi Üniversitesi işbirliğinde 2003’te tekrar bir Üçüncü Performans Günleri etkinliği düzenlemeye çalıştılar ama bu etkinlik de sürekliliği yakalayamadı.
1999 yılında üniversite ve ODTÜ Çağdaş Dans Grubu tarafından düzenlenen bir etkinlik, çağdaş dans performanslarını birçok çağdaş dansçı ve dans grubuna ev sahipliği yapan ODTÜ Çağdaş Dans Günleri’ne davet etti ve onları üniversite sahnesinde destekledi, bu etkinlik halen başarıyla devam etmekte. Bu, üniversite ile sanatçılar arasındaki işbirliğine iyi bir örnek. Bir diğer başarılı dans organizasyonu, Mustafa Kaplan tarafından kurulan Çatı; 1980’lerden gelen ve Belediye çatısı altında başlayıp bağımsız bir statüye geçen bir oluşum olan Tiyatro Araştırma laboratuarı’nın devamı. Çatı, üye kabul eden ve çalıştaylar düzenleyen, çağdaş dansçılar için yurtiçinde ve yurtdışında alanlar yaratan yasal statüye sahip önemli bir dernek haline geliyor. 90’lardaki diğer etkinlikler, Gençlik Tiyatro Günleri, Gençlik Günleri veya 1998 yılında gerçekleşen İzmit Sokak Tiyatrosu Festivali gibi genellikle Belediye tiyatroları ile bağlantılı.
Yine 2000’lerden sonra da Kargart Gösteri Günleri, Galataperform Gösteri Günleri gibi performansçılara, dansçılara ve çağdaş tiyatro yapıtlarına ev sahipliği yapan gittikçe daha da gelişen bağımsız sanatçılar tarafından yönetilen alanlarda gerçekleşen etkinlikler var.

Şafak Uysal
Tartışmalarımızdaki ana konulardan biri, gösteri sanatçıları ile kamu sektörü olarak da isimlendirebileceğimiz yerel yöneticiler arasındaki diyalog eksikliği oldu. Biz bu yetkililerle diyalog kurmaya çalışan bağımsız sanatçılarız veya belki de biz bu diyaloğu yeteri kadar kararlılıkla takip etmiyoruz ama bu diyalog mevcut olsa da görünen o ki bazı sorunlar, avantajlar, dezavantajlar var. Son yıllarda bizler, bağımsız sanatçılar olarak, uluslararası ortaklarla işbirlikleri kurmanın yeni yollarını buluyor ve deneyimler yaşıyoruz. Ama diğer yandan, yerel seyirci ve yönetimler tarafından yerel program desteği eksiklikleri yaşıyoruz. Onlar ya popüler simaları ve estetikleri ya da kendi politik gündemleriyle örtüşen konuları tercih ediyorlar. Görünen kadarıyla bu bağımsız sanatçıları sanat platformlarının dolaşım seyirlerine dahil eden ileri kültürel politikalar mevcut değil. Bu grubun en temel hedefi, bazı şahsi ve uluslararası deneyimler kazanmak ve gösteri sanatçısı, bağımsız sanatçı ve yerel otoriteler arasında bir diyalog ve ilişki olması fikrini sorgulamaya başlamak. Taraflar “çağdaş” adı altında ne anlıyor? Bu tür bir alışveriş ilgili taraflar için nasıl yararlı olabilir?

Emre Koyuncuoğlu
Ben sekiz yıl önce kurduğumuz İzmit Belediye Tiyatrosu’nda ev sahibi sanatçı olarak çalışıyorum. Yerel yetkililerle ve mekanların sahipleriyle şahsen birçok deneyimim oldu. Bazı örnekler vermek gerekirse; ilk ilişkim Assos Gösteri Sanatları Festival’inde olmuştu. Festivalin Sanat Yönetmeni o bölgedendi ve kasabadaki insanlarla iletişim kurabiliyordu.
Ben yine biraraya gelme ortamının bulunduğu Diyarbakır’da da iki yıl çalıştım. Sanatçılar, farklı şehirlerde/yerlerde çalışabilmek için yerel toplumdan bir işbirliği ortağına ihtiyaç duyuyor. Ancak bu sayede bir ürün, çözüm elde edebiliyorsunuz çünkü yerel bir yere giden bağımsız bir sanatçı olarak oradaki insanlarla çalışma çabası göstermek çok vakit alıyor. Diyarbakır’da yeni kurulmuş Diyarbakır Sanat Merkezi çağdaş sanatçıların oradaki geleneksel sanatçılarla işbirliği yapmasını sağlamayı teklif etti ve bundan izleyici ile beraber güzel sanatsal bir sonuç elde edildi.
Bahsetmek istediğim diğer örnek ise Karadeniz kıyısındaki Bartın Festivali. Onlarla olan ilişki, başlangıç noktası olarak onların ilgisi üzerine tesis edildi ve halen sürmekte. 15 yıldır amatör sanatçılar bağlantısıyla süren bir amatör tiyatro festivalleri var. Eğer yerel bir ilgi varsa ve çağdaş sanatçıları bölgenin izleyicisiyle birleştirecek bir tür organizasyon varsa o zaman işler iyi işliyor.
İzmit’te bir Belediye Tiyatrosu kurma fikri, merkezden yayılma fikri ile birlikte başladı. Osmanlı dönemi ile Türkiye Cumhuriyeti dönemi arasında kurulan son tiyatro İstanbul Belediye Tiyatrosu. İzmit 1997’de bir tiyatro kurmak isteyen ilk Anadolu Belediyesi’ydi. Üç yıllık süre zarfında merkezden yayılma fikrine sahip Sanat Yönetmeni ile her şey mükemmelen işledi. Normalde Anadolu kasabalarında izleyici genellikle turlayan kumpanyalar tarafından yaratılır ve 2000 kişiyi geçmez ama biz kendi izleyicimizi kendimiz yarattık. On yıl sonra diyebilirim ki, tiyatromuzun dört ayrı sahnesindeki performansları takip eden sadık bir izleyici kitlemiz var.

Jan Zoet
Hollanda’daki durum nedir? Hollanda’daki yetkililerin kültürel yatırımlarının yapısı hakkında kısa bir bilgi: Bizim tüm ülkemizin nüfusu İstanbul kadar. Merkezi hükümet ile şehirlerdeki ve beldelerdeki yerel yetkililer arasında temel bir anlaşma var. Buna göre, merkezi hükümet sanatçılara ödeme yapıyor. Dolayısıyla her kumpanya 125 şehir tiyatrosu olan ülkeyi turluyor. 10 büyük kumpanyamız ve para verdiğimiz 100 civarı kumpanya var. Yerel yetkililer sahneler için ödeme yapıyor. Anlaşma 80’lerde yapıldı ve halen yürürlükte. Şimdilerde biraraya gelme eğilimi var. Gittikçe daha fazla şehir ve yerel yetkili bu kumpanyaları kendileri desteklemek istiyorlar, bu yönde bir kayma var. Gösteri sanatları, dans, opera, tiyatro dört yıllık dönemlerde ödenek alıyor. Her dört yılda bir daha büyük kumpanyalar merkeze ve yerel hükümete fon için başvuruda bulunabiliyor. Daha küçük kumpanyalar gösteri sanatları fonlarına başvuruyor. Aradaki temel fark şu; bizim devlet tarafından çalıştırılan insanlardan oluşan bir tiyatromuz ve bunun haricinde bağımsız gruplarımız yok, ama elde etmek zor da olsa tüm kumpanyalarımız fon için başvurma fırsatına sahip. Bu konu Hollanda’da gayet düzgün ilerliyor ama sanat için destek konusu daha sadece 50’lerde hayata geçti. Son 60 yıldır gösteri sanatçılarına destek verildiği istisnai bir durumumuz oldu, ondan önce bu çok seyrek ve az miktardaydı. Dünya Savaşı’ndan sonra, insanların kimlikleri hakkında bilinçlenip topluma bir şey katmalarını sağlayacak kültür ve sanatı desteklemenin önemli olduğu düşünülüyordu.
Hollanda’da şimdi başlatılan tartışma, bir Parlamento üyesi tarafından da ifade edildiği gibi “Vergi paraları neden elit hobileri desteklesin ki?” Bu da bizi yerel yetkililerle sanatçılar arasındaki ilişki konusuna getiriyor. Bunun açtığı tartışma; belki de sanatçıların aldıkları desteği haklı çıkarmak için şehre katkıda bulunmanın yollarını araştırmaları gerektiği. Sadece yaratıcılığımız hakkında kaygı duymak yerine, topluma bir şeyler vermeyi de düşünmeliyiz. Diyalog bu şekilde açıldıkça açılıyor. Belki de ülkemize has olan belirtilmesi gereken bazı eğilimler var: Biri, şehirlerin ekonomik gelişiminin ve pazarlamasının gün geçtikçe kültür ve sanata daha bağlı hale gelmesi.
Harvard’ın bir araştırmasına göre; bir ülkeye iş dünyasını çeken en önemli unsurlar birinci sırada, iyi seyahat bağlantıları, ikincisi iyi ikamet ve çevre şartları ve üçüncüsü sanat çıkmış. Bu da, kültürün ekonomik gelişimin bir ön şartı haline geldiğini gösteriyor. Bilbao şehrinin imajı Guggenheim, Paris’inki Louvre mesela. Sanat ve yetkililer arasındaki bağlantı, sadece kendini ifade etmek isteyen sanatçılar ile ilgili değil, aynı zamanda gelişim için gerekli şartları yaratmakla da ilgili. Richard Florida’nın yaratıcı sınıfın yükselişiyle ilgili; ekonomik gelişim, yaratıcı endüstri, bilgi endüstrisinin sanat tarafından olumlu yönde etkilendiğini belirten kitabı çok faydalı.
Nüfusun %50’sinin başka kültürlerden geldiği ve bunun bir gerilim yarattığı Rotterdam’da, bir sanatçı gerçekten toplumlar arasında bir köprü kurabilir ve insanları ortak kimlik hakkında bilinçlendirebilir. Genç insanlar -kültürlerinin kökeninden bağımsız olarak- konu popüler kültür olduğunda birlik oluyorlar. Sanatlar aynı zamanda kimliğin yaratılmasına da yardımcı oluyor. Sadece toplumun araştırılması ve geliştirilmesi değil, ama bir de kültürel miras var. Kimliğimiz tarih kanalıyla tanımlanıyor. İnsanlar eski sanatın değerli olduğu yanılgısına düştüler ama siz aynı zamanda hayatta olan sanatçılarla geleceğin kültürel mirasını da yaratmalısınız. Yetkililer yeni gelişimleri inkar etme hatasına düşmemeli. Şimdilik çok başarılı olmayan genç sanatçılar da, onlar tarafından desteklenmeli. Onlar geleceğin Ar-Ge’si.

Nevenka Koprivsek
Çok ilginç. Ben de konuşmama çağdaş sanatın geleceğin mirası olduğu cümlesini yazmıştım. Biz sürecin benzer durumunu paylaşıyoruz; genç yenilik getiren/avangard çağdaş sanatlar toplum nezdinde nasıl daha fazla yer ve tanıma kazanacaklar.
Slovenya’da kültürel sektörün organizasyonu, birçok diğer güneydoğu ülkesindeki gibi; bir tarafta repertuar tiyatrolarıyla (devlet veya şehir/belediye) ve bunlarda emekliliğine kadar çalışan devlet sanatçıları ile kamu ödeneğinin %96’sını alan kurumlardan oluşan kamu sektörü. Bağımsız sektörde bir hesaplama yaptık ve kamu sektörünün yaptığı projelerin sayısı ile bağımsız STK’larınkinin neredeyse eşit olduğunu bulduk. Slovenya Yugoslavya’nın bir parçasıydı ve 80’lerin sonu ile 90’ların başı bizim tarihimizde çok önemli bir andı çünkü bağımsız bir devlet olduk. Birçok sivil inisiyatif vardı ve kültür, neredeyse milli bir değer kazandı ve bu bazen kötüye kullanıldı.
Ancak 60’lardan önce bile, deneysel çalışmalara izin veriliyor, tolerans gösteriliyordu. Deneysel işler, bağımsız sektörden kamu sektörüne geçmek için bir köprüydü. Çağdaş sanat bir tür çocuk hastalığı muamelesi görüyordu, sanki büyüyünce geçecek bir şey gibi. Bu şimdi birlikte çalışmayla beraber yavaş yavaş değişiyor.
Biraraya gelmenin ilk inisiyatifi 90’larda savaştan bir süre önce gerçekleşti. Ülkedeki sivil hareket ve demilitarizasyon nedeniyle, sanatçılar ve entelektüeller Ljubljana’daki askeri kışlalardan birinin bir kültür merkezi haline getirilmesi için şehirle uzlaşmaya başladılar. Kışla kentin ortasındaydı, bir nevi kent askerleri koruyordu. Kültür merkezi ve kışlanın merkezin dışına çıkarılması için anlaşma sağlandı ama sonrasında savaş başladı ve bu yerler terkedildi. Sonra insanlar izinsiz olarak bu yerlere yerleştiler. Bu ilk birleşmeydi. Ondan sonra hemen hemen her yıl, biz bağımsız sanatçılar olarak biraya geldik ama sadece şehir bütçeyi kıstığı zaman, bir masa başına oturduk ve şikayet ettik.
Bizim de buradaki gibi turlayan kumpanyalarımız vardı ama sorun sanırım, tercih üzerine hareket etmek/mobil olmak istemeniz, zorla değil. Sonra yetkililer, başka ülkelerde başarı kazanmaya başlayan çağdaş işleri görmeye ve kabul etmeye başladılar. On yıl sonra sürekli kızgın olmaktan bıktık ve küçük adımlar atmaya başladık. Ama gerçek ciddi organize inisiyatif, biz politikalar üzerinde baskı uygulamaya ve süreklilik arzeden ciddi işler üretmeye karar verdiğimizde yani ancak 2002’de gerçekleştirildi. Şehir yetkililerini kamu fonlarını şeffaf dağıtmadıkları için dava ettik. Böylelikle bizi dinlemeye başladılar ve bir diyalog oluştu. Şehrin insanlarından ve bağımsız sektörden oluşan kollektif bir kurul oluşturduk ve kamu fonlarına eşit erişim elde edebilmek için birlikte çalışmaya başladık. En önemli savımız “Sadece kendimiz için değil aynı zamanda izleyici için de eşit erişim”di. Bağımsız olmanın “sanatsal seçimlerimizde bağımsız olmak” anlamına geldiğini açıklamak zorunda kaldık. Er ya da geç repertuar tiyatrolarına gitmek zorunda kalan tüm genç sanatçılar sanatsal tavizler vermek durumunda kalıyorlardı. Bu diyalog mevcut ve hayatta ama bazen bir adım ileri giderken, bazen de bir adım geri gidiyor. Bu uzun bir süreç.
1996’da endüstriyel mekanlarla ilgili bir sosyolojik inceleme üzerinde çalışıyordum. Şehrin önde gelenleri bana bazı uygun mekanları/yerleri olduğunu ama bunlarla ne yapacaklarını bilmediklerini ve bunları ellerinde tutmak için argümanlarının olmadığını söylediler. Ben de dedim ki “Sizde yoksa, bizde var”. Bir noktada diyalog oluştu ve Bakan’ı ikna etmeyi başardık, böylelikle bahis konusu binalardan biri şimdi bir sanat mekanına dönüştürüldü. Pek kırılgan olmasına rağmen, çünkü yeterli miktarda paramız yok, yine de bir şeydir.
Aslında üç hafta önce bir başka fabrikaya izinsiz yerleşildi. Yeni nesil daha az hippi ama daha organize ve teknolojik açıdan ehil, bu mekanı çok kısa bir sürede düzene soktular ve faaliyetlerine başladılar bile. Onlar orayı sadece geçici olarak kullanmak istiyorlar. 2002’de kurulan derneğimizde 70 civarı organizasyon, 30 civarı dans kumpanyası, 25 civarı genç tiyatro, festivaller ve bireyler var, hepsi de çağdaş sanatla uğraşıyor. Her birimiz aldığımız kamu yardımının küçük bir yüzdesini ödüyoruz ve yetkililerle diyaloğu düzenleyen bir koordinatörümüz var. Şehirle iletişim halindeyiz ama şimdilik devletle değil, bu durumu iyileştirmeye çalışıyoruz. Yetkililer arasındaki temas kişilerinin görevlerinde biraz daha uzun kalması gerekiyor ki, her sefer yeni baştan başlamak zorunda kalmayalım.

Zafer Gecegörür
Türkiye Marmara Depremi’yle bir şey öğrendi: Kuzey Anadolu Fay Hattı. Bunu takiben, herkes uzman kesildi ancak çok geçti, birçok insan ölmüştü ve sebebi yanlış yapılanmaydı. Kuzey Anadolu’da bir hat daha var. Kuzey Anadolu Tiyatro Hattı. İzmit, Bartın, Sinop, Ordu Bulancak, Giresun’u kapsıyor. Bu illerdeki tiyatrolar, yerel yönetimlerin bünyesinde veya desteğiyle çalışıyor. 30,000 nüfuslu Bartın’ın üç tiyatrosu var. Ayrıca çocuklar için drama ve gitar çalma gibi konularda atölyeler yapılmakta. Bahsettiğim hattaki tüm tiyatrolar, 12 yıldır Bartın Festivali’ne katılıyor. Festival, Türkiye genelinde tüm tiyatroların katılımına açık. Festivalde performansların yanısıra, sorunlar da paylaşılıyor. Oyunculara ve halka yönelik atölye çalışmalarına, forumların düzenlenmesine, halkla birlikte bir şeylerin yaratılmasına yönelik bir proje fikri ortaya çıktı.
Yerel tiyatroların, birincil sorunu mekan, Türkiye genelinde kültür merkezleri ve binalar yapılıyor ve çok amaçlı salon olarak adlandırılıyor. Ancak bu salonlar, öyle kötü tasarlanıyor ki hiç-amaçlı salon haline dönüşüyor ve kilitlenerek kullanılmıyor. Seyirci girişi çok gösterişli oluyor ama salona ve sahneye geçince kalite düşüyor. Özellikle kulislerin durumu çok kötü oluyor. Işık ve dekor sorununa hiç değinmiyorum. Hattaki tiyatroların tümü, zorunlu olarak yoksul tiyatrosu yapmak zorundalar.
Anadolu’da çeşitli yörelerde belediyeler yazın birçok festival gerçekleştiriliyor (kurufasülye, çilek, fındık festivalleri). Bu festivallere harcanan bütçenin üçte biriyle ciddi tiyatro festivalleri yapılabilir. Belediyeler bu tür popüler festivalleri tercih ediyor ve bunlar politik yatırım olarak görülüyor ve şov haline dönüştürülüyor. Bazıları yapılması gereken hizmetlerden kısılarak yapılıyor. Belki halkla yapılacak alternatif çalışmalar durumu değiştirecek.
Kuzey Anadolu Tiyatro hattında adı konmamış bir platform oluştu ve üretime geçti bile, dolayısıyla belediyeler de otomatikman bu oluşumun içinde yer alıyor. Üç kişilik seyirciyle başladık şimdi zaman zaman 3000’i buluyor, Batı Karadeniz’de çocuk tiyatrosuna 30,000 seyirci geliyorsa halkla çalışmamızda da bunu da başarabiliriz diye düşünüyorum. Belediye mahallesine altyapı hizmetini vermek zorunda olduğu gibi kültür sanat hizmetini de vermek zorundadır.

…….
Bartın’da üç ayaklı bir yapı mevcut. Sivil toplum örgütü, sanatçılar ve belediye birbiriyle iletişim halinde. Bölgede STK’lar sağlamsa ve sanatçıyla paylaşılabilir alanda ve ilişki içindelerse belediyeler arası iletişim daha sağlıklı gelişiyor. Bu üç ayaklı sistemin kurulması gerekli. Bu sistem, uzun soluklu aktif bir üretim yaratıyor ve seyirciyi geliştiriyor. Bu, Anadolu bölgelerinde ve İstanbul’da eksik.
Ayrıca, Türkiye’de halkın sesinin yerel yönetimler tarafından hizmet olarak sahneye taşınması gerektiğini düşünüyorum. En büyük sıkıntı şu ki; yerel yönetimlerle sanatçılar arasında bir tür ortak dil üretmede sanatçının bağımsızlığı düşünmeden hareket ediliyor ve bu gözardı edilerek politikalar oluşturuluyor. Yerel politikayla sanatçı arasındaki aracılığı yapacak kurumlar eksik, genel sanat yönetimi oluşturacak, politika üretebilecek, sanatçının dilini, politik yapıyı ve yerel ihtiyaçları bilen aracılar eksik. Yerel politikaların sanatçı işbirliğiyle oluşturulmasında, bilirkişilere ihtiyaç oluyor. Kiraz ve karpuz festivalleri, insanları biraraya getirir ama ne adına ve nasıl bir tanımla biraraya getirildiği, sanat politikasının konusudur. O sanat politikasını oluşturacak duyarlılık ve bağımsız düşünce üzerinde, sanatçılarla yerel yönetimlerin birarada çalışması gerekir. Sanatsal yön ve politikalarda eksiklikler var. Yerel halk için bu sanat politikasının oluşturulabilmesinde, seyirciyle bağlantılandırma ve seyircinin geliştirilmesine yönelik bir anlayış var. Biz sanatçılara yönelik bir eleştirim de, sanat politikasında birçok düşüncenin otosansüre uğraması üzerine. Çoğunlukla seyircinin ihtiyacına yönelik yaratmak yerine, seyirci adına karar veriyoruz, önyargılarımızı sorgulamalıyız.
Şafak Uysal
Bahsi geçen üç husus, bizim açımızdan stratejilerin başlangıç noktası olarak çok faydalı olabilir. Sanat sektörünün aslen şehrin profiline katkıda bulunduğu gerçeğinin altını çizmek elimizdeki en kuvvetli kozlardan biri. İkincisi ise, sanatçıların kendilerinin kültürel mirasın yaratıcıları olmaları. Üçüncüsü, sanatın toplumun farklı sektörlerinde nasıl köprü işlevi gördüğü. Bazı binalara veya kullanılmayan yetkisiz mekanlara geçici süreli kullanım için izinsiz yerleşmek, sanatçıların kendisi için çok yararlı bir strateji .

Fatih Togay
20 yıldır Kadıköy Belediyesi’nde çalışıyorum. 19 yılı Sağlık Müdürü olarak geçti, hekimim, aynı zamanda Kültür Müdürlüğü yapıyorum. Kadıköy’de şu anda iki grup yaşamakta. Şehirde yaşamayı bilen grup ile, son 20 yılda göç etmiş grup. Türkiye’de sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçiş sancıları. Kişi başına düşen eğitim ve gelir düzeyi düşük. Sanatçılar olarak göçle gelen kesime ulaşmak istiyorsak, halkın ve onlara hizmet eden yerel yönetimlerin ihtiyaç ve beklentilerini iyi bilmemiz gerekiyor ve kentimizin durumunu analiz etmemiz gerekiyor. Çağdaş sanatçılarla yerel yönetimlerin ilişkileri, beklenen düzeyde değil ve yöneticiler halk adına sanatçılardan nasıl yararlanacakları konusunda vizyona sahip değiller. Yöneticilerin, sanat ve kültürün topluma yayılabilmesi için mevcut potansiyellerden nasıl yararlanacağını bilmesi gerekiyor. Kentin marka olabilmesi ve tanıtımının yapılabilmesi için uluslararası firmaların sponsorluğunun kazanılması gerekiyor. Misyonu bu olan sivil oluşumlara, TKY, iyi yönetişim bilincine sahip yöneticilere ihtiyaç var. Tüzel kişiliğe sahip misyonu olan bir kurum olarak yerel yöneticilerin karşısına çıkılması gerekir. Kadıköy Belediyesi olarak göç alan bölgelere yönelik olarak, aile danışmanlığı merkezleri kurarak halkı sanat ve kültür faaliyetleri konusunda bilinçlendirmeye çalıştık. Kültür sanat merkezleri oluşturduk gösteri ve kişi bazında destek verildi. Okullarda yeni yetişecek nesil bizim için çok önemli olduğundan oralarda da bu tür faaliyetlere destek veriyoruz.

Deniz Polat
Ben Kadıköy Belediyesi’ne bağlı bir bölgenin bir vatandaşı olarak çalışacak bir stüdyo arayışı içindeydim ve evimin yakınında Belediye’nin sosyal yaratıcı alanlarından biri olan büyük bir parkta uygun bir stüdyo buldum. İki yıl önce kamu eğitim merkezleriyle çalışan Çağdaş Türk Dansı Araştırma Laboratuvarı’ndan gelen bir kişi olarak, arkamda sağlam bir yapıyla, iki yıl önce bu stüdyoda müsait zaman olup olmadığını sordum ve orada hemen çalışmaya başlama şansına sahip oldum. Belediye ile herhangi bir ilişkim yoktu ve bu vesileyle birbirimizi tanımaya başladık.

Nilgün Canpolat (Şehir Planlamacı, .....Başkan, Gazhane Çevre Kültür Kooperatifi)
Sac ayağının üçüncü kısmındanım. Türkiye’deki üçüncü Çevre Kültür Kooperatifiyiz. Kadıköy’ün bazı bölgelerinde özel bir durumumuz var; yeşil alan, halk için kültür merkezi gibi sosyal donatı alanlarının olmaması ve 1993’ten beri atıl duran bir havagazı fabrikası alanı bizi harekete geçirdi. Halk arasında “Bu endüstri sitinde ne olmasını istersiniz?” diye sorarak bir anket yaptık. Çeşitli aktiviteler (basın açıklamaları, sokak festivali) vasıtasıyla sonuçları kamuoyuyla paylaştık. Çocuklara yönelik “Gazhane’yi nasıl düşlüyorsunuz?” konulu resim sergisi, şiir ve kompozisyon çalışmaları düzenleyerek her eve bu konuyu soktuk. 10,000 imza toplayarak konuyu yerel yönetimlere aktardık. Mekan İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne ait. İTÜ’ye bir proje yaptırdık, Koruma Kurulu’nun onaylamasını sağladık ama halen uygulama projesi gündeme gelemiyor. Dört yıldır Gazhane içinde fiili kültür merkezini oluşturmak için festivallerimiz devam ediyor.

Hiç yorum yok: