5 Kasım 2007 Pazartesi

ÇALIŞTAY - GÖSTERİ SANATLARI EĞİTİMİNDE ALTERNATİFLER

Saat: 15:00-17:00
Yer: İTÜ-3

Oturum Yöneticisi:
Nihal Koldaş (Tiyatro Yöneticisi, Bilsak Maya Sahnesi, İstanbul, Türkiye)

Konuşmacılar:
Aylin Ersöz (YTÜ Dans Programı, Dansçı, Koreograf, İstanbul, Türkiye)
Handan Ergiydiren Özer (Başkent Üniversitesi, Güzel Sanatlar, Tasarım ve Mimarlık Fakültesi, Ankara, Türkiye)
Tuğçe Ulugün Tuna (Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Devlet Konservatuarı, İstanbul, Türkiye)
Bedirhan Dehmen (Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu/BGST, İstanbul, Türkiye)

Nihal Koldaş: Çalıştayın yöneticisi olarak öncelikle dinleyicileri, tüm konuşmacıların Türkiye’den olması nedeniyle oturumun kaçınılmaz olarak Türkiye’deki gösteri sanatları etrafında geçeceğini ve konuşmacıların tamamının dansçı veya koreograf olmaları dolayısıyla da konuşmaların gösteri sanatlarının tüm yönleri üzerinde değil, Türkiye’de dans eğitimi üzerine odaklanacağını söyledi. Konuya giriş niteliğinde kısaca Türkiye’deki tüm gösteri sanatları eğitimi sisteminin 1940’ların başında, Cumhuriyet döneminin başlarında geliştirilen konservatuar paradigmalarına dayandığını belirtti. 1980 askeri darbesi sonrası eğitim sisteminin değiştirildiğini ve bunun sonucu olarak da konservatuarların özerk eğitim kurumları özelliğini yitirerek üniversitelerin birer departmanına dönüştüğünü vurguladı. Dediğine göre, özel üniversitelerin sisteme dahil olmasıyla beraber, 1990’larda gösteri sanatları ve sanat yönetimi alanında eğitim veren kurum sayısında bir artış görüldü. Aynı zamanda İstanbul’da, sertifika programları düzenleyen özel bazı kuruluşlar veya üniversitelerin gösteri sanatları kulüpleri bir şekilde gösteri sanatları eğitimi alanında kendi yaklaşımlarını ve paradigmalarını geliştirdiler. Sahne sanatları alanında görünüşteki bu canlılığa karşın, bu canlılığın eğitimin ve sanatçının kalitesine ve bunların uluslararası sahne ve gelişimle nasıl başedebilecekleri konusuna katkılarını şüphe götürür bulduğunu ifade etti.
Koldaş oturum sırasında bir ara, farklı çalışma alanları ve disiplinlerinin ilginç bir karışımını oluşturan, oldukça farklı altyapılardan gelen, yeni bir dansçı, koreograf ve gösteri sanatçısı kuşağının mevcut olduğunu belirtti. Hatta şu an buradaki konuşmacıların artalanlarına bakarak bile bunun rahatlıkla görülebileceğini vurguladı.
Konuşmacıları tanıttıktan sonra sözü onlara bıraktı.

Aylin Ersöz ilk konuşmacıydı. Önce, üniversitede gördüğü eğitimin temel özelliklerini, avantaj ve dezavantajlarını şu an aynı üniversitede kendi verdiği eğitimle karşılaştırarak anlattı. Yıldız Teknik Üniversitesi Modern Dans Programı’nın amacının kültürel açıdan donanımlı dansçılar yetiştirmek olduğunu belirtti. Dans eğitiminin oldukça zor olduğunu ve uzun zaman aldığını, zira insan bedeniyle ve hareketi bir dil olarak işlevselleştirmekle ilgili olduğunu, bu nedenle de entellektüel seviyesi de yüksek olan dansçılar yaratma amacının birçok sorun çıkarabildiğinin altını çizdi. Sözlerine özetle şöyle devam etti: “Alternatif eğitim öğrencilerin etkin katılımını gerektirir. Bir çok güzel dersimiz olmasına karşın, genelde bu etkin katılımdan yoksunduk ve dans hakkında okuma ve yazma konusunda pek yeterli değildik. Bu sorunlar dans eğitiminde birçok aksaklığa yol açtı. Türkiye’de alternatif bir eğitim yaratmak, gerçekten pek kolay değil. Bunun nedeni sadece sistem değil, aynı zamanda dansın doğası.”
Ersöz ayrıca dört yıllık eğitim süresi içinde dansçılardan profesyoneller yaratmayı bekleyen okul sisteminin yarattığı baskının da altını çizdi. Toplumla daha sık ve derinlikli ilişkiler kurmanın gereğini vurgularken bu anlamda Eminönü Halk Eğitim Merkezi’nin önemini vurguladı. Ayrıca bu konuda yoğun entellektüel ve fiziksel çaba harcayan dans Prof. Kaya İlhan adını da özellikle andı.

Bedirhan Dehmen, kendini tanıttıktan sonra, öncelikle Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu’nun, her ne kadar isminde Boğaziçi Üniversitesi’nin adını barındırsa da, (BGST) konservatuar ya da kurumsal eğitim sistemi dışında olduğunu belirtti.
“BGST üç farklı alanda etkinlik gösteriyor. Bunlar Dans, Müzik ve Tiyatro. BGST 1995’de üniversitenin mezunlarının kültürel ve sanatsal pratiklerine devam edebilmeleri amacıyla kuruldu. Araştırmaya özel bir önem veriyorlar. Dehmen Türkiye’de halk dansları alanında bir Milli Dans paradigmasının varolduğunu, buna göre hareketlerdeki etnik ya da bölgesel farklılıkların gözardı edildiğini ya da farklı etnik veya bölgesel geçmişlere sahip tüm dansçıların bir örnekleştirilerek Anadolu ya da Türk Halk Dansçıları adı altında etiketlenmeye çalışıldığını belirtti.
Kendi yaklaşımlarını demokratik çokkültürcülük olarak tanımladı. Buna göre Turkiye’de farklı yörelerin dans hareketleri arasındaki benzerliklerin yanında farklılıkların da altını çizmek istiyorlar. Ayrıca yaklaşımlarında entellektüel çalışma önemli bir yer tutuyor. Eğitim yöntemleri kuramsal ve pratik yaklaşımların bir bileşimi. Dans araştırmaları; hareket ya da biçim biriktirebilmek amacıyla yerel halkı gözledikleri saha çalışmalarından, onları BGST’nin mekanlarına davet ederek bizzat kendilerinden ya da kaydedilmiş görüntülerden öğrenmeyi içeriyor. Bu alandaki araştırmalarında, özellikle bağlamdan koparılma sorunsalına karşı, halk oyunları hareketlerinin kültürel olarak taşıdığı anlamları bulmaya, yansıtmaya önem veriyorlar. Dans formlarını (biçimlerini), toplumsal bağlamı içinde öğrenmeyi tercih ediyorlar.
Asıl ilgilendikleri, özgünlük ve otantiklik adına teknik yetkinlik ve hızın öne çıkarılması değil, belirli bir dans biçimine belirli bir bağlamda atfedilen anlamlar, bedensel tavır ve jestler.
Saha çalışmaları ve sahne projelerine, o projeye özgü artalan okumaları ve antropoloji, cinsiyet ve performans konuları, dans tarihi, vb. üzerine yapılan genel entellektüel okumalar eşlik ediyor.
Seçilmiş konular üzerine seminerler düzenliyorlar. Teatral sahne tekniklerini dans ve müzikle birleştirerek yeni bir gösterim dili yaratmaya çalışıyorlar. Bazı dramaturjik tercihlere sahip olduklarından, tiyatro ve dans arasındaki ilişkiyi önemsiyorlar. Şu anda fiziksel aksiyon ile dans arasındaki ilişkiyi derinlemesine anlamaya yönelik bir yöntem üzerinde çalışıyorlar. Bu çalışmanın temel amacı, halk oyunları altyapıları yoluyla bir alternatif getirerek, teatral ifade kapasitelerini arttırabilmek. Topluluğun bir diğer ilkesi de, kuramsal ve pratik çalışmaların sonuçlarının yayımlar ve atölye çalışmaları yoluyla paylaşılması.
Oturumun ilerlerleyen safhalarında Bedirhan Dehmen, çağdaş sanatı nasıl alımladığımız sorusunun yanıtının önemine değindi: “Avrupa merkezli bir bakış açısıyla modernizmin bir uzantısı olarak mı yoksa günümüz gerçekliğiyle kendi karşılaşmalarımız olarak mı?”. Dehmen ayrıca, varolan gösteri piyasası dışında dansçılar için hemen hiç iş olanağı olmadığını belirterek, sanatçının araçsallaştırılmasına dikkat çekti.

Handan Ergiydiren Özer, öncelikle Türkiye’deki yeni dansçı ve koreograf profilinin bir örneği olarak, kısaca kendi özgeçmişinden bahsetti. Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra 1986 yılında Ankara’da arkadaşlarıyla birlikte, doğası gereği alternatif bir dans topluluğu kurmuşlar. Kendisinin çağdaş dansa yakın olmasına karşın, Ankara’da daha çok modern bale merkezli yaklaşımı benimsemiş üniversitelerde çalıştığını belirtti. Ancak kendi bakış açısıyla bu türden kurumsal yaklaşımlar arasındaki uçurumun giderek artması sonucunda, şu anda Başkent Üniversitesi Güzel Sanatlar, Tasarım ve Mimarlık fakültesinde ders veriyor. Dersleri doğaçlama ve kontakt doğaçlama ve çağdaş dansı yorumlamak üzerine. Bu dersler genelde tasarım öğrencilerinin kültürel ve sosyal gelişimlerine yönelik.
Özer, kendisinin hareket yoluyla tasarım dediği bir yaklaşım öneriyor, bir alternatif olarak. Bu bedensel farkındalık ve kinestetik beğeni yaratmaya yönelik, tasarım öğrencileri için geliştirilmiş deneysel bir yaklaşım. Özer ayrıca modernist bakış açısına dayanan klasik yaklaşımla, postmodern bakış açısına dayanan çağdaş yaklaşım arasındaki farkın kurumsal düzeyde ciddi sorunlar yarattığının altını çizdi:
“Bu iki yaklaşım arasındaki fark, birincisinde amaç öğrencileri teknik olarak iyi “performer”lar olarak yetiştirmek iken, ikincisinde öne çıkanın onları yaratıcı ‘”performer”lara dönüştürmek olmasıdır.” Ayrıca dans eğitiminin yeni dijital teknolojiler ve tasarım gibi farklı disiplinlerle birleştirilmesinin önemini belirtti. Özellikle düşünme pratiği ve değerlendirme açısından felsefe derslerinin gerekli olduğunu söyleyerek, bunun çağdaş dansçı için hayati önemde olduğunu vurguladı. Ona göre, dansı dans olarak ele almak son derece tehlikeli, bunlara hereket tabanlı gösterimler demek daha doğru. Özer marjinalleşme ve seçkincileşmeyi de Türkiye’deki seyircinin konumu açısından önemli bir problem olarak gördüğünü açıkladı. Sonuçta da, milli eğitim sistemine beden üzerine çalışmanın dahil edilmesinin çok önemli olduğunu belirtti.

Tuğçe Ulugün Tuna konuşmasına Nihal Koldaş’ın konservatuar sisteminde disiplinlerarası yaklaşımlara veya işlere yer olup olmadığı sorusuna yanıt vererek başladı: “Tek sorunumuz hükümetten para alamıyoruz ve çalışma mekanımız yok. Diğer herşeye sahibiz; çok iyi dansçılarımız, yetenekli öğrencilerimiz ve uluslararası alanda da çalışan yetkin öğretmenlerimiz var. Çalışma ve gösteri mekanı yoksunluğu, mekana özgü işler yapılması sonucunu getirdi ve böylece “organik” biçimde disiplinlerarası olduk. Eğer dansa tutkuluysanız, hükümetten herhangi bir para ya da destek beklememeniz gerekiyor, çünkü alamazsınız. O nedenle yüzümüzü topluma dönmek zorundayız. Eğitimimizi, öğrencilerin kendi düşüncelerini ve sezgilerini takip etmeleri üzerine kurmaya çalışıyoruz. Ben para kazanmak amacıyla, aynı zamanda serbest dansçı ve koreograf olarak da çalışıyorum. Ancak, konservatuarda hocalık yapmaya bayılıyorum. Akademi benim için bir kale gibi. Tek gereksinimimiz mekan ve para.” Tuna, dışarıdan hocalar çağırdıklarını ve onların ücretlerini ödemek için gerekli parayı zengin arkadaşlarından bulduklarını belirterek, ilginç bir noktaya parmak bastı. Bu durum yasal bir sistem içinde “yasal olmayan” bir sistem oluşturuyor. Eğer hükümetten fon alabilirlerse bu yasal olmayan durum sona erecek.
Tartışmanın ilerleyen kısımlarında halkla daha fazla ve derinlikli ilişkiler kurmanın önemin vurguladı ve Aylin Ersöz’ün de değindiği Eminönü Halk Eğitim Merkezi’nin öneminden, Kaya İlhan’in da adını anarak, bahsetti. Daha yaşlı kuşaktan hocaları ve eğitmenleri yeterli anatomi bilgisine sahip olmadan modern dans öğretmeye çalıştıkları gerekçesiyle eleştirdi. Aydın Teker’in, anatomi üzerinde çalışan ilk kişilerden biri olarak bu durumu değiştiren insan olduğunu belirtti. Eleştirilerini daha yaşlı kuşağın daha tutucu olduğunu ve kendilerini hoca olarak yetiştirmediklerini ekleyerek sürdürdü: “Aydın Teker, Geyvan McMillen ve Kaya İlhan’dan sonra kuşaklar arasında bir boşluk oluştu.” Tuna’ya göre, genç kuşak yaşlı kuşağa göre iletişime daha yatkın.
Oturumda izleyiciler de sorular, deneyimlerine dayanarak verdikleri örnekler ve fikir beyan ederek tartışmaya katkıda bulundular. Temelde katkıları aşağıdaki gibi gruplandırabiliriz:
Hollanda örneği:
Kaliteye ulaşmak için çalışma, beden ve enerji üzerinde yoğunlaşmalı. Fazla akademik yaklaşımlar ve entellektüelcilik izlenecek doğru yol değil. Çalışmaya “beden”le başlanmalı ve buna bağlı kalınmalı. Hollanda’da da kuram ve uygulama arasında bir boşluk, fark var. Eğitim programları öğrenci merkezli olmalı. Amsterdam Yeni Dans Geliştirme Okulu çok iyi bir kurum.
Portekiz örneği:
Sanatçı üzerindeki baskılara karşın, vazgeçmemek, çalışmaya devam etmek ve sistem içinde kalmak önemli. Tercih, konuşmacı ya da okutmanlardan çok, bu alandan sanatçıları davet etmek yönünde olmalı. Gösteri ve sahne sanatçıları bürokrasiyi aşmaya ve müfredatı yeniden tasarlamaya çalışmalı. Mobilite, esneklik ve alana yakın olmak anahtar sözcükler. Bir dansçı olarak, ruhunuza sahip çıkmak ve yaratıcılığınızı destekleyen okullar bulmak çok önemli.
Türkiye örneği:
Usta-çırak ilişkisi içinde çalışan halk eğitim merkezlerine daha çok önem verilmeli ve bunlar desteklenmeli. Bu çağdaş sanatçıların ve üniversitelerin günlük yaşama erişimini sağlamaya ve sanatsal bilgi birikimlerini ve deneyimlerini paylaşmalarına olanak verecektir. Aynı zamanda görünürlüklerinin artmasına da yardımcı olacaktır. Eminönü Halk Eğitim Merkezi, bir örnek olarak önemlidir, ancak vizyon eksikliği nedeniyle başarısızlığa uğramıştır.

Hiç yorum yok: