5 Kasım 2007 Pazartesi

Buluştay - Euromed : Buna Ortaklık Denebilir mi?

BULUŞTAY - EUROMED: BUNA ORTAKLIK DENEBİLİR Mİ?

Saat: 10.00 - 12.00
Yer: İTÜ Auditorium

Oturum Yöneticisi:
Mary Ann De Vlieg (IETM Genel Sekreteri, ....)

Konuşmacılar:
Nedret Kuran Burçoğlu (Yeditepe Üniversitesi, Türkiye)
Nilgün Mirze (İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı, Türkiye)


Mary Ann De Vlieg
Politik olarak Euromed bölgesi adıyla anılmaya başlanan Akdeniz bölgesinde çalışmak. Geçen Mart ayında oldukça spontane bir biçimde, çoğu AB ülkelerinden bir grup kadın, AB anlaşmaları, Barselona süreci ve deklerasyonunda bahsi geçen hoş retorik üzerine konuşmayı bırakmak için gerçekten uğraşmak gerektiği üzerine konuşmaya başladık. Daha sonra Anna Lindt Vakfı projesi ortaya çıktı ve hepimize beklememiz gerektiği ve vakfın her şeyi çözeceği söylendi. Türkiye’de vakfın çok iyi bir temsilcisi var, ağın başındaki kişi. Ağ oldukça karmaşık; organizasyonlar, bakanlıklar ve kişilerden oluşan çok karışık bir grup, her ülkede de yapısı çok farklı. Paris’te toplandık ve yapılması gerekenler üzerine konuşmaya karar verdik, beyin fırtınası yaptık. Statüsü olmayan ve gayriresmi bu bildiriyi ürettik. Bu bildirinin tekrar yazılmasının gerekip gerekmediğini, eklenecek, değiştirilecek, çıkarılacak şeyler olup olmadığını görmek için toplantılar düzenlemeye devam edeceğimizi ve sonunda insanların aynı metin üzerinden konuşacakları bir hareket oluşturacağımızı söyledik. Daha güçlü bir ses olarak ve stratejik planlara dayalı somut hamleler yaparak Akdeniz bölgesinde sanat ve yaratıcı sektörlerde çalışanlara daha iyi koşullar yaratmak için. Bu oturumun sonunda, sizlerin deneyimlerini daha iyi yansıtabilmesi için bu bildiriyi tekrar yazmış olacağız

Nedret Kuran Burçoğlu
Karşılaştırmalı kültürel incelemeler üzerine çalışıyorum, edebiyat geçmişliyim. Ayrıca 2001’de “Kavşak (Crossroads) Disiplenlerarası Araştırma ve Politika platformu”nu oluşturdum. Ondan önce Avrupa’da Türkiye imajı üzerine günümüz bakış açısına odaklanarak projeler yaptık Daha sonra 2001’de Harvard’da konuk öğretim görevlisi olarak bulundum ve “Akdeniz dünyasında ötekinin temsili ve bölge üzerine etkileri” konulu bir proje başlattım. Bu bir kitap projesi olarak doğdu. Bölgede tanıdığım farklı kişilere bazı basılı malzemeler yolladım. Ayrıca bir İzleme Komitesi oluşturduk. Sonunda 30 kadar özet geldi, 18’ini seçerek kitabı yayımladık. Daha sonra Türkiye’de “Akdeniz Dünyasında Kimlik ve Ötekilik” isimli iki çalıştay yaptık; biri 2000 yılına kadar çalıştığım Boğaziçi Üniversitesi’nde, diğeri de Yeditepe Üniversitesi’nde. İlk çalıştayın sonunda, 13 uluslararası akademisyenden oluşan bahsettiğim platformu kurduk. Sonra bu alanda araştırma yapmak için fon sağlamak üzere UNESCO programına başvurduk. Bölgeden katılımcı sağlamak için tanıdığımız birçok kişiye mektup yazdık ama hiç biri katılamadı. Sonunda İtalya, İspanya ve Lübnan’dan olmak üzere üç ortak edindik ve UNESCO’dan da sponsorluk sağladık. Amacımız; Akdeniz merkezleri arasında bir ağ kurmak ve öğrenciler ile sanatçılar arasında mobiliteyi başlatmak. Ortaklarımızla geçen yıl küçük bir çalıştay yaptık ve somut sonuçlar almak üzere bu projeyi genişletmeye karar verdik. Şu anda diğer olası kuruluşlara başvuru aşamasındayız. Güney bölgesinden sağlam ortaklara ihtiyacımız var. Bildiriye baktım ve çok heyecan verici buldum. Beğendiğim bir kısmına ithafta bulunmak istiyorum: “Akdeniz’de sürekli olarak iyi yeni insanlar ve ortaklar bulmalıyız.” Kanımca, Güney Akdeniz’de hem bağımsızlar hem de kuruluşlarla birlikte çalışacak yeni gelenlerin her zaman olması gerekiyor. Ben ve meslektaşlarım bu insanları bulmakta zorluk çekiyoruz. Diğer bir yerde şöyle deniyor “Kuzey ve güney arasındaki eşitsizliklere işaret edin.” Güney ülkeleri kuzeyliler kendilerine yaklaştıklarında biraz şüpheci davranıyorlar çünkü sömürge emellerini hatırlıyorlar. Bunun üstesinden gelinmeli, denemekten vazgeçmemeliyiz. Ayrıca, “Projelerin, ortaklıkların, programların devamı için destek bulunmalı” deniyor. Bu projenin sürdürülebilirliği açısından çok önemli, çünkü aksi takdirde projeler dosyalanıp kenara kaldırılıyor. “Kavramı basit hareketlilikten/mobiliteden, uzun vadeli değişim/alışveriş, ortaklığa doğru genişletin.” Önyargılar, klişeler uzun vadeli değişim programlarıyla yıkılabilir çünkü ancak bu şekilde insanlar birbirlerinin kültürünü öğrenebiliyor. Diğer bir nokta da; ağların tarafsız aracılık alanları olarak hareket edebilmeleri için sorumluluk almaları gerektiği. Öğrencilerin, çalışanların, sanatçıların, akademisyenlerin hareketliliği de dahil edilmeli. Son olarak; “Bazı fonların kontrolünü güneyin inisiyatifine verin ki, bağımlı ortak olmak zorunda kalmasınlar.” Bu da çok önemli. Sürekli kuzeye bağlı olma duygusu bazı kompleksler, pişmanlıklar yaratabilir. Bu dikkate alınması gereken çok hassas bir konu.

Nilgün Mirze
Uluslararası film, tiyatro, müzik ve caz festivallerini, uluslararası bienali, çocuk festivalini ve bazı sempozyumları düzenleyen İKSV’de çalışıyorum. Bütçesinin %75’ini sponsorlardan sağlayan bir NGO. %22 bilet satışından geliyor ve sadece %3-5’i düzensiz devlet katkısından oluşuyor. İstanbul 2010 Avrupa Kültür başkenti projesinde Başkan Yardımcılığı yapıyorum ve beş yıl önce projeyi başlatanlardan biriyim. Ayrıca Anna Lindt Vakfı Türkiye ağı Başkanıyım. Kurulma aşamasındayken, Dışişleri Bakanlığı tarafından görevlendirildik. Brüksel’de vakfın işleyiş kural ve düzenlemelerinin tartışıldığı toplantının olduğu odanın yanındaki odada parlamento üyeleri, devlet dışı yapılardan oluşacak böyle bir vakfın kurulmasına izin verip vermemeyi tartışıyordu. Masada yarı-STK’lar olarak Almanya’nın Goethe Enstitüsü, İsveç’in İsveç Enstitüsü, İngiltere’nin British Council tarafından temsil edildiğini görünce çok şaşırdım çünkü hepimiz biliyoruz ki, hükümet tarafından destekleniyorsanız hükümet politikalarını savunmaktan başka yolunuz yoktur, çelişkili davranamazsınız. Bütün süreci çok ilham verici buluyorum. Arzu edilenler konusunda bazı deneyimlerimi sizlerle paylaşmak isterim. Anna Lindt kontratını imzalayan 35 ülkenin ilk beklentisi, yerine getirilecek bir görev verilmesi olmuştu, bu hayret vericiydi çünkü bizler STK’lar olarak görevlendirmeleri beklemeyiz, kendimiz ortaya koyarız. İlk tartışma buydu. Ben kesinlikle görevlendirme beklemenin kendi bağımsız kimliğimizi ve hareketliliğimizi sekteye uğratacağını vurguladım. Hepimizin çeşitli arzuları var ve hepimiz kafamızdaki belli sorulara cevaplar bulmak istiyoruz. Eğer sorunun bir kısmı için görevlendirilirsek bu sorunun geri kalanını unutmamız gerektiği anlamına gelir. İkinci olarak, herkes toleranstan bahsediyordu. 11 Eylül olayından sonra geldiğimiz kavşakta, önümüzde nasıl bir medeniyetler çatışması olduğu sorusu duruken, bu aslında anlaşılabilir bir şey. O anlamda bu dil anlaşılabilir, ancak organizasyonlar arası bir ortaklık kurmaya çalışırken, tolerans hakkında konuşmak güçtür çünkü bu kelimeyi kullandığınız anda kendinizi ortaklarınızdan yukarıda bir yere yerleştirirsiniz. Dün Avrupa “kültür” başkenti yerine “kültürler” başkenti denmesi önerildi ki, Avrupalıların dahi Hristiyanlık, demokratik hükümetler vs. gibi ortak paydalar dışında Avrupa kültürünü tanımlamakta güçlük çektiği düşünüldüğünde bu doğruydu. Güney Akdeniz ülkelerinden bahsettiğinizde, ortak payda bulmak çok zor. Belki bir özellik, çoğınluğunun Müslüman nüfusa sahip ülkeler olması olabilir ama İslamiyet bile farklı şekillerde uygulanmaktadır. Ortak bir karakterden söz etmek çok güç. Eğer eşit şartlarla bir ortaklık kuracaksak, hükümetlerin Anna Lindt içindeki varlığına karşın kendimize nasıl bir ortak alan yaratabiliriz? Resmi yapılar tarafından yaratılan engelleri nasıl aşacağız? Örneğin Mısır’da STK’ların etkinlikler için fon toplaması yasak, Mısır’daki STK’larla ortaklaşa nasıl projeler üretilebilir? Veya kimi ülkelerde sanatın bazı alanları hoş karşılanmıyor, onlarla nasıl ortaklık kurulabilir? Litvanya, Polonya ve İngiltere’yle ortak önerimiz, vakfın Nokia “connecting people” gibi işlemesi; bize olası ortakların olduğu büyük bir havuz sağlamasıydı. Barselona sürecinden bu yana görünür bir kazanım olmadığının hepimiz farkındaydık. Kimi zaman bir iki yüzlülükle karşılaşıyorsunuz bazen insanlar unutuyor. Bir inisiyatif oluşturmaya çalışırken insanlar komşu politikaları unutmaya başlıyor. Hepimizin birbiri hakkında önyargıları var. Anna Lindt’in prensiplerini gerçekleştireceksek, gerçekten iş birliği yapabilmek için bunlardan nasıl kurtulacağız ve bu iş birlikleriyle çeşitli ülkelerde ne tür ihtiyaçalar karşılanacak? 2 + 2 formülü, 2 Avrupa ve 2 Güney Akdeniz ülkesi projelerin başlatılabilmesi için bir kural. Genel olarak en azından AB bile bazı işbirliklerinin ve ortaklıkların politik anlaşmalar yoluyla kurulamayacağını, STK’ların desteğine ihtiyaç duyulduğunu anladı. Bu sonunda açıkça görünür hale geldi. Anna Lindt’in, bürokrasi ile ilişkili eski alışkanlıklardan kurtulması zor olduğundan, bir çok handikapı olduğunu biliyorum. Ama inanıyorum ki, eğer kurumların bizlere neyi nasıl yapacağımızı söylemesini beklemezsek, eğer kendi projelerimizi üretip ortak bulmaktaki zorlukları aşmak için elimizden geleni yaparsak bir şeyler başarabiliriz. Orada bulunmamızın nedeni, kültürel diyaloğa ve sürdürülebilir ortaklıklar kurmak için bir şeylerin yapılması gerekliliğine olan inancımız. En azından göç, tüm dünyadaki büyük meselelerden birini teşkil ederken, “öteki” fikrini ve dışlamayı yenebilmek için birbirimizin kültürüne saygı göstermeyi öğrenmemiz gerekiyor. Bibirimizi yok saymanın sonuçlarını görüyoruz. Bu inisiyatif, yeni kurulmuş bir platforma yeni bir soluk getirdiği, resmi bir yapıları olmasa da STK’lara beklentilerini dile getirme şansı verdiği için çok yararlı. Hepimiz bu sesi sadece internet vasıtasıyla değil karşılaştığımız her platformda iletmek için elimizden gelenin en iyisini yapmalıyız. Benim önerim; Anna Lindt’den söz ederken bunu eleştiri şeklinde değil de, yeni bir oluşum olarak geçmişte karşılaştığımız engelleri aşabilecek öncü bir kurum olmasını istediğimizi hesaba katarak yapmamız. Bu pozitif yapıyı talep etmeliyiz. Kendimize bunu daha iyi bir formasyona doğru nasıl ilerletebileceğimizi sormamız lazım.

S - Konuşmanızda bazı ülkelerde bazı özel gösterilerin sunulmasının zor olduğundan bahsettiniz. Bize örnek verebilir misiniz?

Nilgün Mirze
Bazı Müslüman ülkelerde dans tiyatrosu veya çıplaklığın parçası olduğu bazı projelere ilişkin zorluklar var, kabul edilmiyorlar. Bazı ülkelerde sansür hala bir konu. Eğer bir şeyin hükümet karşıtı bir iması varsa sansürlenebiliyor. Örneğin sosyal sorunlarla ilgili filmler, yayımlandığı ülkede sansürlenmese bile bazı başka ülkelerde sansürlenme tehlikesi var. Bence sanatçılar için mümkün olan en üst düzeyde özgür ifade platformunu sağlamalıyız aksi takdirde sağlıklı bir diyalogdan bahsedemeyiz. Eğer problemleri saklıyorsak ve sanatsal ifadeden korkuyorsak ilerlemeden bahsedebilmemiz çok güç.

Yorum - Fransa’da bir dans topluluğunun idarecisiyim. Avrupalı dansçılarla çalışan Asyalı bir koreografın işine Kuzey Afrika ülkeleri çok ilgi gösteriyor. Provokatif ve çıplaklık içeriyor olmasına karşın gösteriyi 2000’de Mısır Luksor’da sahneledik ve geçen yıl da Fas’a bir çalıştay düzenlemek için davet edildik ve belki Tunus’a da gideceğiz. Sadece bir şeylerin gerçekten değişmekte olduğuna dair fikrimi paylaşmak istedim.

Nilgün Mirze
Açılmaya başladıkları doğru ancak basının tavrıyla da çok yakından ilgili. Bazı ülkelerde bir oyunda küçük bir çıplaklık basının aşırı ilgisi yüzünden sorunla sonuçlanabiliyor. Diğer yandan, her ülkede o seviyede ifade özgürlüğüne ulaştığımızı söyleyemeyiz, üzerinde çalışmamız gerekiyor. Daha fazla kültürlerarası diyalog, prodüksiyonlar ve iş birlikleriyle yerel engel olarak gözüken şeyleri aşma şansımız yükselir.

Mary Ann De Vlieg
Bazı güney Akdeniz ülkelerinde ve kimi Avrupa ülkelerinde karşı karşıya kalınan bir sanatsal oto-sansür konusu var. Sanatçının sansür kurullarından geçecek nitelikte iş üretmeye zorlanması veya yaratıcı olarak kısıtlanması bir karar meselesi. Genç sanat tiyatro fonuyla beraber IETM’nin bir toplantısında, Arap ülkelerinden bağımsız mekanlardan bir grup biraraya gelip bir internet projesi yapmaya ve gösteri sanatçılarına ve görsel sanatçılara uygulanan katı sansürü teşhis etmeye ve tanımlamaya karar verdi. Grup olarak bir internet sitesi kurmayı ve sansür hakkında yapılan eylemleri raporlamayı kararlaştırdılar.

S - Kendi çevrenizde karşılaştığınız problem neydi?

Nilgün Mirze
80’lerde Uluslararası İstanbul Film Festivali’ne katılan filmler sansüre maruz kalıyordu. O yıl Elia Kazan’in başkanlığını yaptığı uluslararası bir jürimiz vardı. Ulusal yarışmadaki filmlerimizden üçü sansürlenmişti ve buna çok üzülmüştük. Hükümete gerekli hukuki değişikliliklerin yapılması için başvurmamıza rağmen bir sonuç alamadık. Bunun üzerine başkanımız, Elia Kazan’dan uluslararası basın ve jüri üyeleriyle birlikte uluslararası festivallerde sansür uygulamasına karşı bir kampanya başlatmasını rica etti. Bu çok etkili oldu ve üç gün içinde düzenlemeler değiştirildi ve biz de filmleri gösterebildik. Bu tamamen hükümetin tavrına bağlı. Türkiye yıllar içinde bir çok hükümet gördü. Demokrasinin değeri şimdi bilinçli halk tarafından daha çok bilinmeye başladı. 1920’lerde şu anda geri kazanmak için uğraştığımız her şey bizlere Atatürk tarafından gümüş bir tepsi içinde sunuldu. Türk kadınları dünyada -bunun için mücadele etmeden- haklarına ilk kavuşan kadınlardandı. Ancak mücadelesini vermediğiniz bir şeyin kıymetini bilemeyeceğiniz açıktır, o yüzden demokrasi, eşitlik, insan hakları, kadın hakları, eğitim hakları gibi birçok kavramı kaybettik. Şimdi kaybettiğimiz şeylerin farkına vardık ve tekrar onları geri kazanmak istiyoruz. Bu nedenle AB’ye üyelik, bizim için bir sembol yerini tutuyor. Türkiye’ye ekonomik açıdan baktığınızda, AB’nin bir parçası olduğunu görürsünüz, izole edemezsiniz. Sanatsal açıdan da sesini duyurmaya başlıyor. Ama AB’nin bizim için anlamı, bizim için bir hedef oluşunun sebebi, kaybettiğimiz değerleri geri kazanma fikrinden kaynaklanıyor.

Mary Ann de Vlieg
British Council bir grup bağımsız yazar ve araştırmacıyı görevlendirdi. Türkiye üzerine coğrafi, kültürel, dini bir çok argümanı gözden geçiriyor. İnternet’ten de indirilebilir.

Nilgün Mirze
Coğrafya konusunda şöyle bir yorumum var; bence şahsen Avrupa’yla coğrafi ilişki çok da önemli değil. Önemli olan mentalite. Avrupa’nın kalbinde yaşıyor olabilirsiniz ama bir güney ülkesinden beklenenden daha muhafazakar bir düşünme şekliniz varsa o zaman komşuluk politikaları, Barselona süreci gibi değerlerden bahsetmek ve de dışlayıcı ve kategorik bir algıya sahip muhafazakar bakışı sürdürmek iki yüzlülük gibi geliyor bana. II. Dünya Savaşı’ndan sonra, AB’nin ana oluşma amacı, gelecekte tekrar edebilecek o tür bir çarpışmayı engellemekti. Ancak maalesef son eğilimler daha muhafazakar ve militan bir görünüş arz ediyor.

Nedret Kuran Burçoğlu
Mentalite konusu çok önemli. Ayrımcılık karşıtı, dışlayıcı değil kapsayıcı. Bunu başlatmak için güçlerimizi birleştirmeliyiz.

Yorum - Benim için bu oldukça garip. Her zaman kendime insanların neden AB’ye üye olmak istediğini soruyorum. Hırvatistan’danım ve 20 yıldır İspanya’da yaşıyorum. Kendimi hem Hırvat ve hem İspanyol olarak görüyorum. Ülkemde nüfusun %60’ı AB’ye katılmak istemiyor. Doğu ülkeleri üzerine bir projede çalışıyorum, farklı ülkelerde birçok insanla çalıştaylar düzenliyorum ve insanlar çok iyi eğitimli. Kırsal kesimde yaşayanların çoğu AB’yi istemiyor, kentli entelektüel insanlar katılmak istiyor. Bu insan haklarıyla ilgili bir şey. Çoğu yoksul insan, topraklarından gelir elde ediyorlar, bazı adetleri var ve bunların bazıları AB kanunlarıyla yasaklanıyor. Haklarınızın bir kısmını kaybediyorsunuz. İstanbul’un en ufak yeşillik alanı bile mangalcılar tarafından istila edilmiş durumda. AB’de bu kaybolacak. Aynı şey başka bir çok şeyde de söz konusu; banyolardaki tuvaletler, sokaktaki çöp tenekeleri vs. Ben AB’ye üye olmaya o kadar da gerek olmadığını düşünüyorum. İki ay önce bir Euromed konferansı için Barselona’daydım. Bir Bakan vardı, bu insanlar ve gerçek dünya arasında bir boşluk var. Kurumlar ve gerçeklikler arasındaki boşluk. Yaratma hakkımızı kaybediyoruz ve ben de bununla savaşıyorum. Yetkililere ne istediğinizi açıkça söyler ve açıklarsanız, yaratıcı kişilerle ve sokaktaki adamla doğrudan temasa geçerseniz, ilerleyebilirsiniz. Çok fazla bürokrasi var ama akıllı olmanız gerekiyor. Daha basit ve hızlı olun ve sanatçılara özgürlük içinde yaratma imkanını tanıyın.

Nilgün Mirze
İstanbul ile ilgili gözlemleriniz doğru ama bu sadece AB’nin bir parçası olmakla ilgili değil. İstanbul’un 2010 Avrupa Kültür Başkenti adaylığıyla ilgili başvurumuzu yaptığımızda açıklamamız şöyleydi: “İstanbul, dış sınırlarında yaşayanların gerekli altyapı, kültürel alan ve kültüre erişim sıkıntısı çektiği 15 milyonluk bir şehir”. İstanbul 29 Avrupa ülkesinden büyük, bir kent değil. Avrupa Kültür Başkenti olmak istiyorsanız, kültür adına aynı zamanda büyük risk ve fırsatları üstleniyorsunuz demektir. Biz de iletişim planımızı iletişime aracılık eden gönüllüler ve devlete bağlı bir yapısı olmayacak bir merkezi organizasyon olarak temellendirdik. Eşit sayıda devlet ve devlet dışı temsilciden oluşuyor. Bunu gayriresmi bir yapıda tutmak istiyoruz ki, bir fikri olan herkes bunun bir parçası olabilsin. İstanbul’u nihai mamülden çok deney yapabileceğimiz ve beklediğimiz sonuçları deneyimleyebileceğimiz bir laboratuar gibi görüyoruz. Diyalog çok önemli. İstanbul’da asırlardır bir arada yaşayan 49 farklı etnik grup var. Çöp tenekeleri terör riski sebebiyle yeni kaldırıldı. Bu tehlikeyi kültürlerarası diyalogla alt edebiliriz. Birbirimizi anlar ve birlikte çalışma yolları bulursak, bunu başarabiliriz. Küresel kültür insanların üzerinde büyük bir empoze olarak sonuçlanacak. Eğer seslerimizi uluslararası arenada duyurmanın bir yolunu bulamazsak yerel kültürlere ne olacak? Bütün ekonomik, idari, sosyal vs. problemlerini çözmüş olabilecek en iyi ülkeye gidin yine de başka sorunlarla karşılaşırsınız. İletişimin yollarını bulmalıyız. Bence bu platformlar bize kültürlerarası diyalog için umut veriyor ve bunu nasıl yapacağımız da bizlere kalmış. İhtiyacımız olan, bu yeni kurulmuş yapının arzulanan şekilde işlemesine yardımcı olacak yaratıcı fikirler üretmek.

Yorum - Benim vakıf hakkında bilgim çok az. Son zamana kadar Portekiz’de bir fonun üyesiydim. Bize gelen önerilerin türleri, -belki de ülkelerarası (aynı zamanda güney ülkeleri arasında) işbirliklerinden doğan inisiyatiflerin sonucu olarak- gittikçe fazlalaştı ve sonunda insanlar bunlardan haberdar oldular. Bildirideki önemli bir nokta; destek biçimlerinin projelerin devamını ve sürdürülebilirliğini gözetiyor olması gerekliliği ve uzun vadeli işbirliklerinin mümkün kılınması hakkındaydı. Fon sağlayan bir kurumda destek bekleyen birçok proje varken bunu sağlamak çok zor. Birkaç projeyi çok güçlü bir şekilde desteklemekle, desteği kimseyi dışarıda bırakmayacak şekilde birçok küçük projeye dağıtmak arasında karar vermek önemli. Bu küçüklükte birçok insiyatif ve fon yerine belki bir tane daha büyük fon daha yararlı olabilir. İşbirlikleri, normalde bireylerle ilgilidir, iki serbest sanatçı arasındaki işbirliği örneğin. Fon alabilmek için insanların içinden geçmesi gereken bürokrasinin türü, doğru seviyeye erişim için doğru yakınlığı bulmak şart. Sonuçta amaç, insanların birbiriyle konuşmasını, bireysel düzeyde kültürel alışverişi mümkün kılmak. Mobilite çok önemli.

Nilgün Mirze
Anna Lindt’deki toplantılardan birinde, önceliğin genç sanatçılar tarafından başlatılmış sürdürülebilir projelere verilmesi kararlaştırılmıştı, bu olumlu bir nokta. Gelişmiş kurumların gelişmemiş olanlara ulaşması çok önemli. Vakfa sunulan her bir projenin ¼’ten, 60.000 Avro’dan fazla desteklenmemesini önermiştik. Avrupa Parlementosu da Vakfa deneysel olarak bakıyor ve desteklerine değer olup olmadığını henüz bilmiyor. İstanbul’daki bizim gibi (yılda 14 milyon Avro gelir sağlayan) kurumların fon bulma imkanı bulamayan ortaklarla işbirliği yapmasını önerdik. Bu şekilde Anna Lindt damgası altında, kendimizin bulabileceği fonları da paylaşabiliriz. Bu yönde henüz herhangi bir çalışma yapılmadı.

Yorum - Bence herşey bireylere bağlı. Nerede olduğumuza bakmaksızın, eğer belli sorularla meşgul olan insanlarsak, kendimizi farklı pozisyonlarımız dolayısıyla farklı imkanlara sahip eşit düzeyde kişiler olarak hissetmeliyiz. Meslektaş olmakla ilgili bir durum. Bir kurumda çalışan bir birey olarak ben, aynı dertleri paylaşan serbest çalışan biriyle yine de meslektaşımdır. Bir kurumun daha fazla imkana sahip olduğu gerçeği bir hiyerarşi düzeni gerektirmez. Belli pozisyonlarda otururken aynı kaygıları olan serbest çalışan bireyle kendimizi eşit hissetmeliyiz, her ikimiz de birbirimize yaklaşabiliriz. Bu düşünüş şeklini oturtmak çok güç. Her zaman bir kurumda çalışmış kişiler, bunun bir statü olduğunu düşünür ama öyle değil.

Yorum - Barselona’da uluslararası işbirliği projeleri geliştiriyorum, küçük bir organizasyon. Ulaşmaya çalıştığım daha büyük kurumlardan herhangi bir yanıt alamıyorum. Hep aynı sözler, aynı STK’lar, aynı kurumlar, yeni bir şey yok. Akdeniz bölgesinde gerçekten bir şeyler yapmak için bir istek olmadığını hissediyorum. Bence bu para ve güç meselesi. Kültürel proje, para almak için bir araç olarak görülüyor, insanlar arası iletişim kurmak için bir hedef olarak değil. Avrupa’da bu tür organizasyonlardan çok var; öncelik para, çünkü bu organizasyonun yapısını canlı tutmaya yarıyor. Benim deneyimlerime göre, bireysel olarak çalışıp bunu uluslararası düzeyde paylaşmak iyi bir şey. Avrupa Topluluğu’nun kişilerin ve ruhun paylaşımına yönelik olarak geleneklerini değiştirdiğini hissediyorum ki bu da iyi. Kentlerde temizlik ve güvenliğe yönelik arayış bazı toplumları çökertiyor. Kuzeyin toplum, para ve kurumları güneye geliyor ve bu mümkün değil. Kuzeyde, güneyde kullanılması uygun olacak çok mantıklı kültürel politikalar var. İnsanlar çok iyi yapılanmış ve kullanımı faydalı yöntemler geliştirmişler. Bizlerin metodolojileri yok ama bizde de hayat var.

Yorum - Sokaktaki insanlar, yaratıcı kişiler bu tip vakıflardan ve politik olarak üzerinde çalıştıklarından habersiz. Ayrıca basında da bunun hakkında duyuru ve bilgi yer almıyor. İnsanların bunlar hakkında bilgilendirilmeleri gerekiyor.

Yorum - Palermo, Paris ve Akdeniz bölgesi arasında çalışıyorum. Fransız ağının bir üyesiyim. Her bir ulusal ağın başı, hükümetten biri tarafından aday gösterildi ki, bu da çelişkiliydi çünkü sivil topluma yakın olunması gerekiyordu. Fransa’da bir üniversite araştırma kurulu seçildi ve ağa katılabilecek tanıdık başka yapıları önerdi. Seçim için hiç bir kriter olmadığından iletişim şekli yine problemliydi. İlk turun içinde değildim sonradan haberim oldu. Projelerimden biri genç kültürel operatörler için kültür yönetimi üzerine ve dolayısıyla vakıf, fon sağlamam için bariz bir fırsattı. Böylece ağa katılmak için başvurdum ve kolayca üye oldum. Takip edebildiğim kadarıyla İtalya’da henüz hiç bir şey olmadı. 2+2 kuralı sebebiyle ortak bulmak zor. Ağ parçası olan ve olmayan ikişer kurum gerekli, en az ikisi AB’den ikisi de AB dışı ülkelerden. Beş farklı temada, 35 ülkeye açık başvuru çağrısı, her bir temadan üçer proje seçilecek. Yapmanız gereken idari işe kıyasla aldığınız fon miktarı gülünç ama yine de bir olasılık var.

Yorum - Bir AB programına başvuru için özel bir kurs var.

Yorum - Kanada bir göçmen ülkesi. İşbirliği hakkında konuşurken; ilk önce birbirimizi tanımak, kültürleri keşfetmek, düşünme biçimi bizim için çok önemli. Son yıllarda mütekabiliyet, ülkelerarası sanatçı değişimi önem kazandı. Halk yeni renkler arıyor. Bizim ana amacımız, ülkemizden sanatçılara yaratma alanında yeni deneyimler kazanmalarında ve ayrıca eserlerini sunmada yardımcı olmak. CPAN üzerinde çalışıyoruz; dünyanın her tarafından sanatçılar ve kurumlar arasında bilgi alışverişinde bulunan 10-15 ülke, kıtalararası daha fazla işbirliğinin kurulması için .

Mary Ann de Vlieg
Burada toplanan kadınlar bilinçli bir karar alarak kendimize herhangi bir isim vermedik, bir statü belirlemedik. Bilgiyi yaymayı istedik. Bu bildirinin ilk kez kamuya yayılışı ve büyüyen bir fikir olmasını diliyor, uygulamaya konmasına yardım edebilecek meslektaşlarımızı arıyoruz.

Hiç yorum yok: