ÇALIŞTAY - AB/TÜRK ORTAK YAPIMLARININ SUNUMU
Saat: 14:30-16:30
Yer: İTÜ-1
Oturum Yöneticisi:
Maria Magdalena Schwaegermann (Zürih Tiyatro Festivali Sanat Yönetmeni, İsviçre)
Konuşmacılar:
Jan Zoet (Rotterdam Belediye Tiyatrosu İdari Yönetmeni, Hollanda)
Murat Can (0090 Sanat Festivali’nin ortak kurucusu, Belçika)
Leman Yılmaz (Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali Yönetmen Yardımcısı, İKSV, Türkiye)
Vivian Saragosi (Mekan Çağdaş Dans Stüdyosu kurucusu, İstanbul, Türkiye)
Mustafa Kaplan (ÇATI Dans Derneği ortak kurucusu, TAL Dans Topluluğu Yönetmeni, İstanbul, Türkiye)
Mustafa Avkıran (5. Sokak Tiyatrosu ortak kurucusu, İstanbul, Türkiye)
Maria Magdelana Schwaegermann, kendisini kısaca tanıttıktan sonra, oturuma katılan herkes Batı Avrupa’dan olduğu ve batı ile orta Avrupa arasında farklar bulunduğu için bu çalıştayın konusunun pratik olarak Türkiye ve Batı Avrupa arasındaki işbirliği ve ortak yapımlar olduğunu, vurguladı. Türk ortaklarla ve sanatçılarla son 10 yıldır işbirliği yapma şansı bulduğunu belirtti. “Çalıştaydaki diğer tüm konuşmacılar da Batı Avrupa ve Türkiye ortak yapımlarında deneyimliler” dedi.
Tartışmanın ilerleyen dakikalarında Schwaegermann, tüm sanatçıların işbirliği ve ortak yapım için girişimlerinden sözetmelerine karşın, Türkiye’de onlara hiç bir yardım olmamasının acı bir durum olduğunu söyledi. Oturum süresince değindiği ya da vurguladığı konular aşağıdadır:
“Bu tartışmanın tabanı açısından, kültür ve çağdaş sanat bizim sosyal, politik anlayışımıza dayanır. Kendi ülkelerimizde bize mali yardım yapılıyor. Son 10 yılda Türkiye’deki gözlemime göre, burada ne mali yardım ne de çağdaş sanata destek vardır. Bu varolmayan taban, ortak yapıma ilişkin bazı iletişim sorunlarına neden oluyor, yönetimden halkla ilişkiler etkinliklerine, dramaturjik yapıdan para bulmaya kadar birçok anlamda konuyu nasıl algıladığımızı etkiliyor.”
“Türkiye’deki durumu biraz Amerika’dakine benzetiyorum. New York’un en üst düzey sanatçılarıyla çalışırız, ama onlar Avrupa’ya davet edildikleri ve Batı Avrupa tarafından desteklendikleri için ünlü olurlar. Ünlü Robert Wilson için bile durum budur. Biz Batı Avrupa’da burada çağdaş sanata bir taban oluşturmak için bir çeşit sorumluluk altındayız, ancak bu fare kapanında kısılmış durumdayız: Bunu kendi alıştığımız biçimde yapıyoruz.”
“Sanıyorum Türk sanatçıların birlikte hareket etmeleri gerektiğini anladıkları bir aşamada olmamız oldukça iyi, böylece bu Türkiye dışında daha verimli biçimde işbirliği yapılabilmesine bir taban oluşturacaktır.”
Çalıştayın sonuna doğru, Schwaegermaan öne çıkan sorunların bir özetini verdi. Ona göre bunlar;
- Türkiye’de kültür politikası yok
- Valery Martino’nun şiddetle önerdiği gibi bunu yaratacak olan sizlersiniz, sanatçılar ve kültürel operatörler
- Sanatı halka getirin
- İçinde bulunduğunuz girişimleri sürdürün
- Sanat çevresindeki iletişim geliştirilmeli.
Konuşmaların daha sonraki bir safhasında, Türkiye’de varolan koşullarda, çağdaş sanatçıların mali destek bulmak için uluslararası ortakların yardıma gereksinimi olduğunu ekledi. Schwaegermann, ortak yapımların gerçekleştirilebilmesi ve para bulunabilmesi için; kesin ve şeffaf bütçeler, planlar ve zaman çizelgeleriniz olmasını gerektiren Batı Avrupa tarzı proje yapısının burada da öğrenilmesi gerektiğini düşünüyor.
Jan Zoet, Rotterdam Şehir Belediye Tiyatrosu hakkında kısaca bilgi verdi. Buna göre opera dahil birçok tarzda ve üç mekanda yapım ve ortak yapımlara imza atan tiyatro, yıl boyunca 600 gösterinin yapıldığı dev bir programa sahip. Zoet özetle şöyle devam etti: “Çalıştığımız bir kaç kol var. Biri içinde faaliyet gösterdiğimiz Hollanda ve Flaman dünyalarının dışındaki uluslarararası işler. Sanatçılar, topluluklar ve kurumlar ile ortak yapımlarımız var. Eylül’de bir festival düzenliyoruz ve ayrıca yıl boyunca birçok yabancı sanatçı ve topluluk Rotterdam’ı ziyaret ediyor. Ayrıca uluslararası sanatçılarla yapımlar üretebildiğimiz yapım evlerimiz var. Sanatçıları davet edip onların geliştirmekte oldukları işleri veya gösterilerini bizim stüdyolarımızda yaratmalarını istiyoruz. Ben de Türk sanatçılarla ve topluluklarıyla işbirliği yapma ayrıcalığına sahip oldum. Bunlardan biri Mustafa Avkıran’ın 5. Sokak Tiyatrosu. Onların işlerini sadede Rotterdam’da sunmadık, aynı zamanda, Hollanda’nın diğer kentlerinde 6-7 yıldır ortak yapımlarda bulunduk. Böylece bu tek bir tesadüf olarak kalmadı, yıllar içinde bu yavaş yavaş yapısal bir işbirliğine dönüştü. Bizim ortak yapımlarımız sayesinde topluluk Hollanda’da bir isim haline geldi. Bana göre, bir şeyler inşa ettiğiniz, seyirci yarattığınız ve iletişim kurduğunuz için bu tip işbirliği önemli.”
Aşağıda Jan Zoet’un tartışmaya katkılarında öne çıkan diğer konuların bir özetini bulacaksınız:
“İnanıyorum ki, bazen sanat pek bir anlam ifade etmeyebilir, ancak yine de kimlikler yaratabilme, sınırları aşabilme yetisine sahiptir.”
“Çok küçük bir topluluk ya da tüzel kişilik olarak çalışan bir sanatçıysanız, aynı zamanda girişimci de oluyorsunuz. Halkla ilişkilerle, parayla, seyirciyle, vb. birçok şeyle ilgilenmek zorundasınız. Dünyada “Ben sanatçıyım ve benim işim bu güzeldir dediğim aşamada biter” diyebileceğiniz hiçbir yer yoktur. Dünyada, sanki sanatçı olarak sadece sanatsal konularınızla ve düşlerinizle ilgilenebilirmişsiniz gibi bir yanılsama var, ama durum bu değil.”
“Eğer Avrupa kurumlarına fonlar için başvurmak istiyorsanız bunun belli bir tarzı var. Başvurmadan önce birlikte olma arzusunda anlaşmalısınız. Gerçekten birlikte olmak, bir tek vizyondan, tek bir ağızdan tek yönde konuşuyor olmak gerçekten çok önemli. Hepiniz birlikte olmalısınız. O zaman yerel yönetimden de, medyadan da, destek görürsünüz. Tüm bunları birarada götürmelisiniz. İşte o zaman Avrupa’ya gitmeye hazırsınız demektir. Eğer yapamıyorsanız, denemeyin bile. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti projesini bir referans noktası olarak kullanın. Avrupa Kültür Başkenti olmak için çağdaş sanat için altyapınız olması gerekecektir, ortaya koyulacak yapımlar için fonlar olması gerekecektir. Lobi faaliyetlerinizi 2010 Avrupa Kültür Başkenti yönetimine hedefleyin. Onlarla gerçek bir ilişki kurun.”
Jan Zoet, Türk sanatçıları hem sanatsal anlamda hem de tüm yaşadıkları dezavantajlara ve sorunlara karşın ısrarcılıkları ve kararlılıklarından dolayı takdir ettiğini söyledi: “Hepimizi buraya getirdiler, çünkü burada bir IETM toplantısı organize edebiliyorlar, çünkü burada bir çok yönleriyle mevcut bir gösteri sanatları dünyası var. Diyebilirim ki, Türkiye’de birçok yönden profesyonellik başlangıç aşamasında.”
Murat Can, kendisini tanıttı ve izleyicilere 0090 festivali hakkında bilgi verdi. Festivalin odağının sadece Türk sanatçılar değil Türkçe kullanan çağdaş sanatçılar olduğunu belirtti. Temel ilgi odaklarının yeni, yetenekli, deneysel sanatçıların yaratımları ve yapımları olduğunu belirtti. Hollanda hükümeti tarafından finanse edildiklerini ve Türk sanatçıları ile diğer ülkelerden uluslararası sanatçılarla oldukça fazla ortak yapım deneyimleri bulunduğunu söyledi. Finansal sorunları, mekan bulma güçlüğünü ve sanatçılar arasında ve sanatçılarla hükümet yetkilileri arasındaki iletişim eksikliğini Türkiye’deki temel sorunlar olarak gösterdi.
Sözlerine özetle şöyle devam etti:
“Çağdaş sanat için bir kamuoyu yok. Sadece Istanbul’da değil, İzmir’de, Diyarbakır’da da kendi kitlenizi yaratmakla işe başlamalısınız. O zaman güçlü hale gelir, o kitleyle iletişim kurar ve hükümetle müzakere edersiniz.”
“Türkiye’deki sorunların herkes farkında. Batı Avrupa’da bizim yapabileceğimiz, Türkiye’deki sanatçıları desteklemek için bir iskelet oluşturmaktır”
Leman Yılmaz, İstanbul Kültür Sanat Vakfı hakkında kısa bir bilgi verdi ve İKSV’nin kar amacı gütmeyen ve hükümetten çok az destek alan bir kuruluş olduğunu belirtti. Bienal, Jazz Festivali, Müzik Festivali, Film Festivali ve Tiyatro Festivali’nin kurumun başlıca etkinlikleri olarak andı. Sözlerine şöyle devam etti:
“Bu yıl Mayıs ayında 15. Tiyatro Festivali’ni 4. Uluslararası Tiyatro Olimpiyatları’yla birlikte düzenliyoruz. 2007 yılından başlayarak bir Uluslararası Dans Festivali düzenleyeceğiz ve bu Tiyatro Festivali ile dönüşümlü olarak organize edilecek.
Tiyatro Festivali için üç ana bölümümüz var: Yabancı ülkelerden gelen konuk topluluklar, Türkiye’den yeni işleriyle katılan yerel topluluklar ve genç topluluklar. Aynı zamanda birçok ortak yapım gerçekleştiriyoruz.”
Yılmaz aşağıdaki konulara ve sorunlara da değindi:
“Türkiye’de deneysel tiyatro ve dans için sahne yok.”
“İslamcı bir hükümetimiz var, bu nedenle kültüre destek verilmiyor. Bu toplantıyı burada düzenliyor olmamıza karşın, dışarıda farklı, giderek egemen olmaya başlayan İslamcı bir dünya var. Bu nedenle 2010 Avrupa Kültür Başkenti projesinde daha fazla sorun yaşayacağız.”
Yılmaz, IKSV’nin belediye ve hükümetle birlikte yer aldığı 2010 Avrupa Kültür Başkenti projesindeki önemli rolünün altını çizdi ve IKSV’nin tüm sanatçılarla işbirliği yapabileceğini belirtti. Ona göre, Türkiye’de epey bir dans seyircisi var ancak yine de dans ve çağdaş tiyatro için seyirci geliştirme çalışması yapmak gerekiyor. Çok ucuza bilet satan Devlet ve Belediye tiyatroları haricinde bir seyirci sorunu mevcut. Seyirci geliştirme için önerdiği çözüm, dansı liselerde eğitim sistemine dahil etmek.
Vivian Saragosi, kendini Mekan Çağdaş Dans Stüdyosu’nun kurucusu olarak tanıttıktan sonra, stüdyosunu geçen sene Bilgi Üniversitesi yapısının içine taşıdığını söyledi. Bunun amacını, çağdaş dans ve gösteri sanatlarını üniversiteye taşımak ve onlarla işbirliği yapmak olarak açıkladı. Sözlerine şöyle devam etti: “Tüm Avrupa’dan uluslararası ortaklar bulmaya çalışarak, aynı zamanda birçok AB projesi yapmayı ve böylece Santral İstanbul’da bir Çağdaş Dans ve Gösteri Sanatları Merkezi oluşturmayı amaçlıyoruz. Halen Çatı Dans Stüdyosu, Bilgi Üniverisitesi ve bazı yabancı ortaklarla birlikte bir ECF projesi yürütmekteyiz.” Ortak yapımların başarısında kişisel iletişimin önemine inanan Saragosi, alandaki başlıca sorunun çağdaş sanatın görünürlüğünün olmayışı ve hiçbir şekilde destek alamayışı olduğunu belirtti.
İşbirliği projelerine yaklaşımı ise aşağıdaki sözleri çerçevesinde özetlenebilir:
“Biraraya gelmek için birbirinizi insan ve sanatçı olarak anlamalısınız, niyetlerinizi ve karşılıklı çıkarlarınızı söze dökerken çok açık olmalısınız. Her adım açıkça belirtilmeli. Ortaklar arasında hiçbir muğlak ya da saklı notka olmamalı.”
Saragosi’ye göre Türkiye’de seyirci sorunu yanında bir de atölye çalışmalarına katılımcı bulma sorunu var.
Mustafa Kaplan, kendini tanıttıktan sonra Çatı’daki etkinlikleri kısaca anlattı:
“Yabancı sanatçıları ve toplulukları atölye çalışmaları ve gösteriler için davet ediyoruz, aynı zamanda onlarla işbirliği yapıyoruz. Ayrıca yerli sanatçılar ve uluslararası sanatçılarla toplantılar düzenliyoruz. Önümüzdeki Eylül’de bir DBM toplantısı yapacağız. Bunun yanında diğer topluluklar ve sanatçılarla ortak yapımlar gerçekleştiriyoruz. Bunların arasında Mekan, GarajIstanbul, 0090 Festivali sayılabilir.”Kaplan Çatı’yı çok işlevli bir yer olarak tanımladı.
“Hafta içi her akşam herkese açık derslerimiz var. Böylece bir sosyal klüp işlevi de görüyoruz. Ancak son derece profesyonel atölye çalışmaları da yürütüyoruz.”
Kaplan da seyirci geliştirme sorununa değindi ancak gösterilerin çok az, birkaç kez örneğin, sahnelendiğinin de altını çizdi ve sözlerini şöyle sürdürdü: “Ben Türkiye’de seyirci geliştirilmesi gerektiğine inanıyorum ancak buna medyayı da katmak gerek. Örneğin Türkiye’de dans üzerine yazan eleştirmen yok. Gösterimlerle koşut olarak tanıtım çalışması da yapılmalı.”
Mustafa Avkıran, büyük ölçüde Jan Zoet, Maria Magdalena Schwaegermann ve İstanbul Kültür Sanat Vakfı ile işbirliği yaptıklarını ve şu anda Garajİstanbul adında yeni bir yer kurmakla uğraştıklarını söyledi. 1995-1999 arasında benimsedikleri yaklaşım, Türkiye’deki çağdaş sanat sahnesinde yer almalarının temel itkisi, üzerinde yaşadıkları bu toprakların öykülerini anlatmaktı.
“Bugüne kadar gerçekleştirdiğimiz 14 yapımın hiç birinde devletten tek kuruş para almadık ve bizimle birlikte bu işlerde çalışan 100’ün üzerinde oyuncu da bizden tek kuruş para almadılar. Genelde başka yerlerden para kazanıp, tiyatroya harcıyoruz. Örneğin ben TV dizilerinde oynuyorum. Şu anda Garajİstanbul adı altında büyük bir proje yürütüyoruz. 600 metrekarelik eski bir garaj. Ama çok zor, çünkü bu ülkede çağdaş sanatın görünürlüğü yok, ne devlete ne sponsorlara. Onlar bunu; bencilce bir eylem, bir mastürbasyon ya da bir düş olarak algılıyorlar. Bu Türkiye’deki çağdaş sanatın bir sorunsalı. Bu ülkede bir dans sahnesi bile yok.”
“Avrupalıların anlamadığı ve asla anlayamayacağı nokta şu ki; bu ülkede tek görünür şey, sponsorların pek rağbet ettiği güncel “kazan-kazan” ilişkisinin ilkelerine uyan popüler sanattır. O nedenle çağdaş sanatın desteklenmesi için ne anlayış, ne kültür ne de umut var. O nedenle biz sanatçılar bunu kendimiz çözmeye çalışıyoruz.”
Avkıran aynı zamanda Türkiye’de rol kayması sorunsalına da değindi. Ona göre, sanatçı bu mekanları yapmakla ya da işini satmakla sorumlu olmamalı. Ayrıca başlıca sorunun Türkiye’nin bir kültür politikası olmaması olduğunu ve bunun üstüne tartışılan diğer tüm örnekleri yararsız ve gereksiz kıldığını belirtti.
Tartışma boyunca izleyicilerden değerli katkılar geldi. Bunlar anahatlarıyla aşağıdaki gibiydi:
Valery Martino Mustafa Avkıran’ın rol kayması görüşüne tepki gösterdi: “Mustafa Avkıran’ın kendi mekanını yaratmak zorunda olmamak konusundaki sözlerine üzüldüm ve kızdım. Bunları duyduğuma çok şaşırdım. Bu doğru değil. Sanatçılar yaratıcılardır ve işlerini ve kültürel çevrelerini politik, entellektüel ve sanatsal olarak savunmalıdırlar. Kendi mekanını kurmak politik, kültürel, sanatsal ve entellektüel bir yatırımdır aynı zamanda. Yapmalısınız, üzgünüm, özellikle etrafınızda sizi destekleyen insanlar varsa. Gerekli koşullara sahip olmadığınız doğru ancak demek ki önce o koşulları yaratmalısınız. Ve bu, tüm bu sorunların içinden gelen sizlerden başka kim olabilir ki? Her türlü iyi ortaklık için, elverişli koşullara gerek duyarsınız, ki bu da öncelikle ortak arzu demektir. Arzudan bir şeffaflık yaratın, diyalog ve elverişli koşullar yaratın. Bu bir bina yapmak gibi, mimarlık gibidir. Bunun için bir zemine ihtiyacınız var. Altı ay şanslı bir süre. Avrupa’da Garajİstanbul gibi birşeyi başlatmak en az 5-6 yıl alır. Avrupa’daki birçok sanatçının da benzer sorunları var.
Dijan Albayrak (Mekan Dans Stüdyosu, İstanbul) Türkiye’deki durumun Avrupa’nın diğer kısımlarından daha kötü olduğunu belirttikten sonra sözlerine devam etti: “Ancak birbirinizle nasıl iletişim kurduğunuz, bilgi akışı kilit öneme sahiptir. Aslında hükümetin bizim kullanmadığımız ya da kullanamadığımız bir altyapısı var.”
Albayrak’ın tartışmanın ilerleyen bölümlerinde söyledikleri aşağıda yer almaktadır:
“Türkiye’de somut bir kültür politikası olmaması, kültür politikasının kendisidir. İnisiyatif sivil toplumca, sanatçılarca ele alınmalı ve sonra tanınma ve görünürlük sağlanmalı. Böyle bir durumda, hükümet bunu dikkate alır. Bu açıdan, AB üyelik sürecinin sağladığı hareketliliğe ve Avrupa ile kurulan ortaklıklara müteşekkiriz belki de. Avrupa ile kurulan ortaklıklarda, biz daha başlangıç aşamasındayız ve bilgi eksiğimiz var.”
“İster bir yurttaş olarak, ister bir sanatçı, ya da bir sanat yöneticisi olarak, yaptığımız herşey politiktir.”
“Ben Türkiye’nin çeşitliliğinin, etnik, dinsel ve azınlık sorunlarının bazı Avrupa işbirliği projelerinde, Avrupa’nın politik gündeminin bir parçası olarak, suistimal edildiğini düşünüyorum. Biz Türk sanatçıları, bu konuda çok fazla suistimal ediliyoruz. Sanatsal bir işbirliği yaptığımızda, Türkiye’de olduğu gibi Avrupa’da da varolan etnik sorunlar, azınlıklarla ilgili sorunlar, vb. üzerine konuşmalar dinlemektense, karşımdakinden sanatsal olana samimi bir ilgi görmek isterim.”
Neil Van Der Linden, belki bir gösterinin herşeyi değiştirmeyeceğini ama su üzerindeki yağın etkisini yaratacağını belirtti. “O nedenle kültür ve sanat, genel anlamda köprüler kurmakta bir etmendir.”
İngiltere Sanat Konseyi’nden bir bayan hükümetin dansın toplum üzerindeki etkisinin farkına varması için izlenecek ilginç ve alternatif bir yönteme işaret etti. Onlar, kendi dans projeleri vasıtasyla aşırı kilolu insanların rehabilitasyonuna katkı sağlayarak, hükümetin sağlık sektöründeki programına/gündemine koşut hareket ediyorlarmış. Böylece bu şekilde para almayı sürdürebiliyorlarmış. O, bunu yetkililerle onların anladığı dilden konuşmak olarak tanımlıyor. Ancak tartışma sırasında, ona göre tavır belirlenebilecek açık ve belirli bir gündem ya da kültür politikası olmadığından, Türkiye’de böyle fırsatların olmadığı ortaya çıktı.
Oturumun sonunda Fransız bir tiyatro yönetmeni, Batı Avrupalılar olarak belki, Türkiye’deki sanatın gelişimi için bir kültür politikasının mevcudiyetinin had safhada önem taşıdığını ve kültürün toplumun temel yapıtaşlarından biri olan ciddi bir konu olduğunu politikacılara anlatmakta yardım edebileceklerini ileri sürdü.
5 Kasım 2007 Pazartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder