BULUŞTAY - İSTANBUL YANIT VERİYOR (DRAGAN KLAIC’İN “İSTANBUL’UN KÜLTÜREL OLUŞUMU / KÜMELENMESİ” BAŞLIKLI RAPORUNA)
Saat: 10:00-12:00
Yer: İTÜ-2
Oturum Yöneticisi:
Lena Laconte, (De Brakke Grond, Hollanda)
(Dragan Klaic’in katılımıyla.)
Bu buluştay, İstanbul’da düzenlenen uluslararası bir toplantıda İstanbul’un kültürel oluşumlarını odağına almış olması ve ele aldığı konu üzerinde bir tartışma başlatan içeriği ve bağlamı nedeniyle oldukça büyük ilgi çekti ve bunun sonucunda da yoğun bir katılım yaşandı.
Lena Laconte, oturum, Dragan Klaic’in bulgularının “Istanbul’un Kültürel Oluşumu/Kümelenmesi” adlı bir raporda toplandığı projenin amaçlarını yeniden hatırlatarak açtı. Bunların arasında; İstanbul’un kültür dünyasındaki kilit oyuncularla tanışmak, sanatçılar ve sanat kurumları ve ülkeler arasındaki uluslararası işbirliğini teşvik etmek; işbirliği olanaklarını keşfetmek; uluslararası işbirliğinin sağlayabileceği karşılıklı faydayı tartışmak gibi noktalar yer alıyor. Laconte, katılımcıların yanıtlarının İstanbul konuştukça daha fazla ayrıntıyı ortaya sereceğini sözlerine ekledi.
Daha sonra Dragan Klaic raporunun kısa bir özetini sundu. Kültür politikası alanında dört haftalık bir seminerler dizisi vasıtasıyla, kendisine İstanbul’un kültürel dünyasını keşfetmede yardım ve rehberlik eden, kendisinin projesinin izcileri olarak tanımladığı insanları bulabilmiş. Klaic, bu raporun Avrupa’nın gözlerini İstanbul’daki sanat dünyasına açmasını sağladığını belirtti. İstanbul ve Türkiye’nin kültür sektöründeki başlıca oyuncularının, -yani hükümet, uluslararası organizasyonlar ve özel sektörün-, rollerini tarif ederek bu raporun; İstanbul’un kültür sektörünün yapısının ve İstanbul’daki sanatçıların içinde çalıştığı çevrenin bir değerlendirmesinin yapılmasına yardımcı olduğunu söyledi. Hükümetin desteği ve ilgi odağı çoğunlukla halk sanatları ya da geleneksel sanat biçimleri üzerine olduğundan, İstanbul’daki kültür sektörünün büyük oranda özel fonlara bağımlı olduğuna raporda işaret edildi.
Klaic sözlerinin sonunda, birbiriyle rekabet eden çok sayıda küçük girişimin özellikle görünürlük konusunda benzer sorunlar yaşadığını belirtti. “Birlikte çalışmak için platformlar oluşturmak, salt rekabetten daha etkili olacaktır. Daha küçük ölçekli, yenilikçi kültürel bir yaşam için hükümetten gerçek bir destek gelmesi pek olası görünmemekle birlikte, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile daha iyi iletişim kurulmalı ve belediyeler gibi yerel yönetim birimleri gözardı edilmemelidir. Kültürel altyapı böylesine devasa bir kent için çok küçük. Çoğu hükümet kurumları 1920 ve 1930’lardan kalma. Kültürel gelişimin sistematik biçimde izlenmesine yönelik çalışmalar ile düzenli derinlikli çözümleme çalışmalarının eksikliği duyuluyor. Örneğin, bir belediye müzesi veya kültürel hafıza yaratmaya yönelik bir dokümantasyon merkezi yok.”
Ama yine de İstanbul’un raporda da altı çizilen bazı avantajları var. İstanbul’un azımsanamayacak sayıda zengin hemşehrisinin olduğunu ve sanata para vermeye ve sponsorluk yapmaya ilgi duyan büyük şirketlere ev sahipliği yaptığını belirtgen Dragan Klaic, bu potansiyel kaynaklardan daha etkin faydalanılabileceği izlenimine sahip. “Özel sektörün sanata yatırımları artıyor ve AB üyelik süreci ile beraber daha da hızlanması bekleniyor. Yurtdışında eğitim görmüş bir çok genç kültür operatörü çalışmak için şehre geri geliyor.“ Rapor, 2010 Avrupa Kültür Başkenti etkinliğini, İstanbul’un kültür dünyası ile işbirliği yapmak ve hükümet kurumlarıyla diyaloğu güçlendirmek yolunda teşvik edici bir fırsat olarak değerlendiriyor. “Bu aynı zamanda gayri menkul dünyası ve turizm endüstrisinin etkinliğe hakim olmasını engelleyecektir.”
Hemen ardından söz, aralarında İstanbul’dan sanatçı ve kültür operatörlerinin de bulunduğu oturum katılımcılarına verildi. Birçok konuşmacı düşüncelerini dillendirdi. Bunların bir kısmı raporun lehindeydi, bazıları lehine de olsa bazı eleştiriler içeriyordu, bazıları ise şiddetli eleştirilerdi.
Raporu öven değerlendirmelerin çoğu, bunun İstanbul için bir ilk adım ya da türünün ilk örneği olmasının altını çizdiler. Daha eleştirel yaklaşımların etrafında geliştiği konular ise; daha çok böylesine kocaman bir kent için araştırmaya ayrılan zamanın sınırlılığı, raporun oturduğu bağlam ve konumlandırılması, rapordaki yanlış anlamalar, yanlış yönlendirmeler ve bakış açısı üzerinde yoğunlaştı. Daha açmak gerekirse, Avrupalıların Türkiye’ye karşı halihazırda mevcut önyargıları ve bağlamı dikkate almadan her kültürel yapı için kullanılan Avrupa merkezli yaklaşımları ve analitik araçları, rapora yönelik eleştirilerin yoğunlaştığı ve kimi zaman tartışmayı kızıştıran noktalardı.
Vecdi Sayar (Festival ve kültür etkinlikleri organizatörü, Kültür-sanat yönetimi hocası, bir kültür STK’sının kurucusu ve yöneticisi, Cumhuriyet gazetesi yazarı).
Vecdi Sayar rapora şiddetli eleştiriler yöneltti. Sayar’a göre Dragan Klaic’in raporu, ilk bakıştaki sığ gözlemlere, yanlış yönlendirmelere, yanlış anlamalara dayanıyor ve hepsinin ötesinde bütünsel resmin perspektifinden yoksun. Temasta bulunduğu sınırlı sayıdaki fikir önderleri, sivil örgütler, eğitim kurumları ve sanat yayınları hakkında hiçbir bilgi içermiyor. Sayar aynı zamanda kültür bütçesinin toplam bütçeye oranını %0.3 olarak düzeltti.
Asu Aksoy: (Santral İstanbul Proje Koordinatörü, Bilgi Üniversitesi)
Asu Aksoy raporu; önemli ve kapsamlı bir çalışma olarak değerlendirdi ve daha önce Türkiye’den kimsenin böyle bir çalışma yapmadığını belirterek türünün ilk örneği olarak tanımladı. Sözlerine şöyle devam etti:
“2010’a yaklaştıkça kültür politikası, Tükriye için giderek daha da önem kazanıyor ve bizim, kültürün anlamını, kullanım biçimlerini ve ona olan gereksinimimizi tartışmamız gerekiyor. 2010 Avrupa Kültür Başkenti (AKB) projesi, göçmeniyle, gecekondu kültürüyle, çalışanlarıyla, etnik azınlıklarıyla, hepsi de İstanbul’un karmaşık kültürel yapısının bir parçası olan çok çeşitli toplulukları biraraya getirecek. Ticari kültür, buzdağının sadece görünen ucu.“ O nedenle Aksoy, AKB projesinin ticari dünya tarafından zaptedilmesi konusunda gereğinden fazla endişe duymaya gerek olmadığına inanıyor.
Asu Aksoy raporu, İstanbul’daki “öteki” çeşitliliklere göndermelerinin olmayışı nedeniyle eksik buluyor. “İstanbul’da, farklı göçmen topluluklara mensup bir çok sanatçı, özellikle de müzisyen var.” Bu konunun altını aynı zamanda birçok yananlamlar da barındıran şu soruyla çizdi: ”Sazı sırtındaki adam nereye gidiyor?”. Aksoy bu sanatçıların ulusal sanat hayatının yaşamsal bir parçası olmalarına karşın, Türk kültürünün sözde yüksek profilli kısmının pek içinde olmadıkları için, Avrupalılara daha az görünür durumda olduklarını ve kendilerini çok iyi ifade eden kültürel gruplar tarafından da kapsanmadıklarını sözlerine ekledi. ”Şehirde muazzam bir enerji var ama sorun şu; bu enerjiyi nasıl harekete geçirmeliyiz ve geçirebiliriz ve ondan düzenli bir yapı içinde nasıl etkin olarak yararlanabiliriz?
Esra Aysun (DOT Uluslararası İlişkiler Koordinatörü, Yeditepe Üniversitesi Sanat Yönetimi Bölümü’nde Okutman)
Kendisi yurtdışında okuduktan sonra şehre geri dönenlerden ve Dragan Klaic’in 2005 sonbaharındaki İstanbul ziyareti boyunca sürdürdüğü seminerlerin katılımcılarından biri. Ona göre, kendisi gibi insanlar tutarlı bir sistemden yoksun olan bir sektörde bağımsız kültür operatörleri olarak iş görmeye çalışıyorlar. “İstanbul’daki kültür sektörü hakkında tartışılacak çok sorun var. Örneğin sistem, yeni sanat yönetimi mezunlarının varolan kültür kurumlarınca istihdam edilmesine olanak vermiyor.” Aysun, kendisinin de caddede sırtında sazla gezen adamların nereye gittikleri hakkında tam bir fikri olmadığını kabul etti. “Kültür hayatının tamamı çeşitlilik barındırıyor ve zengin, ama bu rapor gibi bir çalışma için bir başlangıç noktası olması gerekir”. Tartışmanın ileriki bir aşamasında Aysun, Vecdi Sayar gibi insanların oluşturduğu daha yaşlı kuşak bir tarafta, kendisi ve arkadaşları diğer tarafta olmak üzere, Türkiye’de kuşaklar arasında bir kopukluk olduğunu sözlerine ekledi.
Meyda Yeğenoğlu (Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü Profesörü, Ankara)
Türkiye’nin önde gelen oryantalizm uzmanlarından biri olan Meyda Yeğenoğlu, Dragan Klaic’i sadece bir ay gibi kısa bir süre için gözleme şansı bulduğu İstanbul gibi çok büyük bir metropol hakkında böyle bir rapor yazma cüretinden dolayı eleştirdi. Raporun geçerliliğini ve uygunluğunu sorguladı. Yeğenoğlu’na göre birçok nokta noksan ve raporun temel sorunu, “onaylanmış cehalet” olarak ifade edilebilir. Ayrıca kültürü, kültür öncüleri ve kurumları tarafından yaratılan birşey olarak gören ve raporda örtük olarak bulunan korporatist kültür tanımından son derece rahatsız olduğunu belirtti. “Rapor sadece seçkin kültür üzerinde odaklanıyor”.
Bedri Baykam, (Ressam ve Cumhuriyet gazetesi yazarı)
Bedri Baykam, raporda birçok yanlışın yanında epey bir doğrunun da olduğunu vurguladı. Dragan Klaic’in batılı entellektüellerin Türkiye’ye, Türk tarihi ve demokrasisine karşı yanlış yetiştirilmeleri sonucu oluşan bir bakış açısının savunucusu olduğunu iddia etti. “Bu nedenle Klaic’in raporu da oryantalist bakış açılarına dayanan böyle bir yanlış anlamanın sonucudur.” Baykam tartışmayı daha politik bir perspektife taşıdı. Ancak Klaic’in raporu da, Bedri Baykam’ın eleştirdiği birçok politik yaklaşımı örtük olarak içerdiğinden, bu perspektif yine de konuyla ilgiliydi. Baykam, Türkiye’deki bazı güç odaklarına karşı daha dikkatli ve sakıngan yaklaşılmasını önerdi. Öyle ki tam demokrasi ve çoğulculuğa yönelik çabaların örtüsü altında, ulusal politik alanda tam tersine demokrasi ve çoğulculuk karşıtı eğilimleri güçlendirmeye çalışan gizli bir gündemin yürütülmekte olduğunu savundu. Dragan Klaic, fanatik laik milliyetçilik manzaralarından sıkıntı duymuşken, Baykam asıl kaygılanılacak şeyin varolan hükümetin örtük desteği altında İslamcıların aşamalı olarak resmi ve gündelik hayatı teslim alması olduğunu belirtti. Baykam Klaic’in Kültür Bakanlığı’nın sınırlı rolü üzerine gözlemlerine katıldığını ancak bu sınırlı rolün içinde bile, sergilerden sözüm ona aykırı minyatürleri kaldırtarak, bazı yasaları Avrupa beğenisine uyarlamanın, İran’a giden yolda sadece bir göz boyamadan ibaret olduğunu kanıtladıklarını belirtti. Dragan Klaic’in bu türden daha gerçekçi bulgulara ulaşabilmesi için daha fazla zaman geçirmesi gerektiğini vurgulayarak sözlerine son verdi.
Trevor Davies (........ )
Tartışmada raporun bir bağlama oturtulması konusunda eksiklik olduğunu söyledi. “Bu tür raporlar herkes için tam bir genel bakış sağlamak yerine, genelde belirli bir hedef kitleye yöneliktirler. Dragan’ın keskin ve bazen alaycı olan yazma tarzı kırıcı olabilir. Ama yine de bu Dragan Klaic’in kullanışlı ve yararlı bazı konuları tanımlama çabalarını görmeyi engellememelidir.”
Serhan Ada (Santral İstanbul Proje Koordinatörü ve Sahne Sanatları Yönetimi Bölüm Başkanı, Bilgi Üniversitesi)
Serhan Ada çoğu konuşmacının savunmaya çalışan ve söylev verir bir tavırla konuştuğunu söyledi. Ona göre: “Bu rapor İstanbul’daki kültürel oluşumların bir tarifini vermeye yönelik ilk ciddi girişim olarak kabul edilmeli. İstanbul’un kültür operatörleri kendi aralarında bölünmüştür. Öncelikle herşeyin mayalanması gerekecek. İstanbul’da kentsel canlandırma etkinlikleri sürüp gitmektedir.” Mimari üstüne bir anektot aracılığıyla, örtük olarak, sadece Dragan Klaic’in raporunu eleştirmek yerine ciddi alternatif öneriler geliştirmek ve üzerinde çalışmak gerektiğini belirtterek sözlerini bitirdi.
Beral Madra (Küratör, sanat eleştirmeni, AICA Türkiye Başkanı, İstanbul Bienali’nin ilk küratörü)
Beral Madra, ilk olarak “Benim adım neden raporda yok?” gibi net bir soru sorarak raporu, kendi ifadesiyle “bencil bir bakış açısıyla” eleştirdi. Sözlerine, kendi yönettiği bir projenin raporda olmadığını, ve Dragan Klaic’in bulgularında yer vermek açısından ilginç bulabileceği üç büyük sergi gerçekleştirdiğini belirterek devam etti. Sonunda da raporun dilinden rahatsız olduğunu çünkü raporun hüküm verir tarzda kaleme alınmış olduğunu söyledi.
Asa Richardsdottir (Reykjavik, İzlanda)
Asa Richardsdottir’e göre, yabancısı olduğu bir kent hakkında böyle bir rapor yazan herkes büyük olasılıkla benzer tepkiler ve eleştirilerle karşılaşır. Ancak böyle raporların daha sık yazılması gerekir, çünkü dışardan birinin bakışı önemlidir ve birçok açıdan yararlıdır. Richardsdottir sanat eğitiminin seviyesi hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak isteyeceğini, raporda bu konunun eksik olduğunu belirtti. Sanat eğitiminin düzeyinin toplum için önemli olduğunu ve bu bilginin ülkenin durumunu ve gelişme olanaklarını yansıtacağını sözlerine ekledi.
Raj Isar (Paris Amerikan Üniversitesi’nde Kültür Politası Jean Monet Profesörü ve EFAH’ın başkanı)
Benzer bir raporun Hindistan’da da benzer bir tepkiyle karşılanacağını belirterek sözlerine başladı. ”Tepkinin türü çok önemli ve tepki son derece gerekli.” Dragan Klaic’in aşırı duyarlı (idiosyncratic) olduğunu söyledi ve bu raporun, Batı’da ne kadar dar bir sanat anlayışı olduğunu bir kez daha gösterdiğini ekledi.
“Batı’da kullandığımız analitik yöntemler, her kültür için geçerli değildir. Farklı kültürler için farklı ve özgün analitik yöntemler bulmalı ve geliştirmeliyiz.” sözleriyle konuşmasını bitirdi.
Mahir Namur (Avrupa Kültür Derneği Başkanı)
Böyle bir rapor görevlendirmesinin neden İstanbul için ve neden bu zamanda yapıldığını sorgulamamız gerektiğini belirtti. Bu raporun bir akademisyenin kendini küresel ölçekte pazarlama arzusunun bir sonucu olduğunu vurgulayarak sözlerini sürdürdü. Bu noktada oturumun yöneticisi Lena Laconte kendisinden sözlerine açıklık getirmesini rica etti. O da söylediklerini, “bu oturum Avrupalı bir akademisyeni bir Türkiye uzmanı olarak pazarlama çalışmalarının bir parçasıdır” diyerek açtı. Dragan Klaic’in bu Forum’un ilgi odağı haline geldiğini söyledi. Namur, Avrupa Kültür Derneği’nin IETM toplantısı sırasında bu oturumu düzenlemeye tam anlamıyla zorlandığını sözlerine ekledi.
Steve Austen (Amsterdam’daki Felix Meritis ve Shaffy’nin eski yöneticisi ve Hollanda Tiyatro Enstitüsü’nün eski başkanı)
Öncelikle bu odada bir çok öğretmen olduğunu söylediken sonra, onlardan çok şey öğrendiğini belirterek ironik bir biçimde hepsine teşekkür etti. Austen, Türkiye’de kültürün bir bakıma kendi ülkesinde yitirilmiş olan toplumdaki çeşitli seviyelere karşı düştüğünü belirtti. “Nitekim, her kültürel organizasyonun amacı, sosyal gelişimi teşvik etmek olmalıdır.” dedi.
Bundan sonra oturumun yöneticisi, işbirliği konularına geçmeyi önerdi: “Ne tür ortak yapım sorunları var? Uluslarararası işbirliği nedir? Neler kültür ürünü olarak ambalajlanır, neler ambalajlanmaz? Kültür ürünleri uluslararası alanda nasıl anlatılmalı?”
Asu Aksoy kültürün hem dikey hem de yatay tabakalaşması hakkında çalışılması gerektiğini vurguladı. “Orta ve üst sınıf katmanları dünya çapında medya erişimine sahipken ve küreselleşme o seviyede söz konusuyken, ötekiler, özellikle yerel kültür ürünleri görmezden geliniyor.” Ona göre Batı, sadece yüksek kültürle ilgileniyor ve bu durumda diğer yerel kültür ürünleriyle ne yapılacağını soruyor? Ulusal ya da uluslararası düzeyde iletişim kurabilmek için birden fazla kültür biçimini ambalajlamak hayati önem taşır. Böylece sınırlamalar kaldırılırken hayatta kalabilmek için kültür, daha güçlü kılınabilir. Aksoy’a göre, büyüklüğüne rağmen uluslararası ortakları ağırlayacak yeterli mekandan yoksun olan İstanbul, şimdiye kadar varolan bu pratik sorunun üstesinden Internet sayesinde gelebilir.
Esra Aysun, Asu Aksoy’a katılmadı ve Hollanda’da bir kültür kurumunda Türk yerel sanatını, etnik sanatı veya azınlık sanatını görme fırsatımızın İstanbul’da görme fırsatımızdan daha fazla olduğuna inandığını söyledi. “Öncelikle neden İstanbul’da yerel sanatı tüketemediğimizi sorgulamalıyız.”
Nan van Houte (Amsterdam Nes Tiyatroları’nın yöneticisi ve IETM’in yeni seçilmiş başkanı)
Houte uluslararası kurumların sadece halk kültürüne değil ama çoğunlukla çağdaş kültüre ilgi duyduğunu ve her türlü insana ulaşma girişiminde sanatı daha çok işin içine katma arzusunda olduklarını söyledi. Katılımcıları, Nes Tiyatroları’nda, ilkesel olarak çoğunlukla folklore ya da geleneksel sanat biçimlerine eğilimli olan göçmen topluluklarından insanları, çağdaş sanata ilgili hale getirmeye çalıştıkları bir çalışma hakkında bilgilendirdi.
Yüksek sanatı, çağdaş biçimlerle birleştirdiklerini sözlerine ekledi.
Neil van der Linden: (Orta Doğu ve Hollanda arasındaki kültürel değişim projelerinin organizatörü)
Nan van Houte’nin yaklaşımının bazı riskler taşıdığını belirtti. “Birçok “düşük” folklorik kültürel ifadenin özerk değerinin yanlış algılanması ve daha da kötüsü değerli geleneksel popüler kültürel mirasın kaybına neden olması, bu riskler arasında yer alıyor. Küreselleşme ve sınıf atlama, halihazırda hiç bir desteğe gerek görmeden zaten yeterince mirası yoketti.”
Meyda Yeğenoğlu raporun neden yazıldığını ve diğer kentler için benzer girişimlerde bulunulup bulunulmadığını sordu.
Dragan Klaic, Lab for Culture’ın (Kültür Laboratuarı) muhtemelen Avrupa’daki diğer kentler için benzer raporlar için görev vereceğini ve Trevor Davis’in de yakın geçmişte Amsterdam üzerine bir rapor hazırlamış olduğunu söyleyerek bu soruyu yanıtladı.
Steve Austen, onları da dinleyerek ve belki de ifade biçiminizi değiştirmek zorunda olduğunuzun farkına vararak ortak iş yaptığınız insanları anlamanın ne kadar önemli olduğunu vurguladı. Tekrar rapor konusuna dönerek, raporun hedef kitlesinin açıkça anlaşılmıyor olabileceğini ileri sürdü.
Dragan Klaic raporun hali hazırda İnternet’te bulunduğundan bahsetti. Kendisinin bir ilk adım attığını ve başkalarının buradan devam etmesi gerektiğini düşündüğünü söyledi. Tüm eleştirilere teşekkür etti, ancak daha önce hiçbir tepki almamış olmasının kendisini şaşırttığını ekledi: “Bu kadar bekleyeceğinize bana yorumlarınızı daha önceden e-posta ile bildirebilirdiniz.” Bu raporun ilgi alanının sadece çağdaş kültür olduğunu belirtti. ”Çok sınırlı bir zaman aralığında yazıldı ve büyük ölçekli bir araştırmaya değil kısıtlı görüşmelere ve kişisel gözlemlere dayanıyor.”
Bedri Baykam “Biz Türk entellektüellerinin size e-posta ile yorum yollamak için vaktimiz yok” şeklinde Klaic’e yanıt verdi ve organizatörlerinin sponsorluğunu iş dünyasından bir kurumun, bu durumda Garanti Bankası’nın, yaptığı bir raporun kendisini geçersiz kıldığını sözlerine ekledi. Eğer Fransa’ya gitseydi kendisine böyle bir rapor yazdırılmayacağını söyleyerek, bazı güç odaklarının kendisine bir Avrupa kenti üzerine benzer bir rapor yazmak için izin vermeyeceğini üstü kapalı bir biçimde söylemeye çalıştı.
Rose Fenton (LIFT’in kurucusu ve eski eş başkanı)
LIFT’in İngiltere’de yaptıklarını anlattı, araştırmacıları, “birşey peşinde koşanları”, sanatçıları İngiltere’ye gelip çalışmaları ve bir sanatçı parlementosu oluşturmaları için davet ettiklerini söyledi.
Esra Aysun, Dragan’ın izcilerinden biri olduğunu ve raporun sektörü kendilerinin gözlerinden gördüğüne inandığını ifade etti ve raporda bazı kültürel aktörlerin eksik olmasının nedeni olarak da Türkiye’deki kültürel operatörler arasındaki kuşaklararası kopukluk sorununu gündeme getirdi. Daha yaşlı kuşağı genç kuşakla etkili diyalog kurma konusunda başarısız olmakla suçladı. Avrupa’daki bir kurumla iletişim kurup, destek alabildiğini ancak onlardan alamadığını ve onların şu anda bu toplantının, Avrupa ile temas halinde olan birçok genç sanatçının ve kültür operatörünün çabaları sonucu İstanbul’da gerçekleştiğinin bile farkında olmadıklarını iddia etti.
Kuşaklararası kopukluk sorunu Bedri Baykam ve Vecdi Sayar tarafından reddedildi.
Aysun sözlerine şöyle devam etti: “Ben de raporun birçok zayıf yönü ve bilgi eksiği olduğunun farkındayım ancak yine de kabul etmeliyiz ki böyle bir rapor sadece bir Avrupalı öğretim üyesi tarafından yapıldı. Onu suçlayacağımıza böyle bir raporun neden daha önce bir Türk tarafından yazılmadığı noktasında kendimizi eleştirmeliyiz. Ben artık en azından kendi derslerimde, Türk kültür sektörünün durumuna ilişkin, üzerine konuşulacak bir doküman olarak bu rapordan faydalanabilirim.
Vecdi Sayar, Esra’nın neden Dragan’a ve Avrupa’ya kendisini daha yakın hissettiğini ve raporu bu kadar savunur hale geldiğini kestiremediğini belirtti. Daha sonra, benzer briçok raporun önceden de yazılmış olduğunu ifade etti ve kendisi tarafından yazılmış bir UNDP (BMGP) raporunu örnek olarak verdi. Sayar, kendisinin Bağımsız Sanat Konseyi gibi İstanbul’da birçok sanatçı forumu bulunduğunu söyledi ve sözlerini sürdürdü: “Şimdi önemli olan, demokratik bir süreçle birleşmektir. Ve somut sorunların üstesinden nasıl geleceğimizdir. Örneğin bağımsız sanatçılar bir etkinlik düzenlediklerinde, mekanı hükümetten normal ticari fiyatları üzerinden kiralamak zorundalar.”
Meyda Yeğenoğlu, Esra Aysun’un Dragan’ın bir izcisi olduğuna dair sözlerine yanıt olarak, antropoloji biliminin gerektirdiği üzere, izcinin araştırmacıya doğru ve kapsamlı bilgi sağlama sorumluluğu taşıdığını belirtti.
Esra Aysun, buna tepki göstererek kendisi ve diğer bilgi sağlayıcıların rapordan sorumlu olmadığını söyledi.
Zeynep Morali (Avrupa Kültür Derneği)
Zeynep Morali Fransa’da doğmuş ve yetişmiş yarı Fransız yarı Türk biri olarak hemen hemen üç yıldır Türkiye’de çalıştığını söyledi. Sözedilen bağımsız festivallere ilişkin bilgi istedi. ”Birçok insan kendini koruyor ya da kendini fazlasıyla yalıtıyor.” Vecdi Sayar’ın bahsettiği etkinlikleri daha önce hiç duymadığını söyledi ve Esra Aysun’un dile getirmiş olduğu kuşaklararası kopukluk yargısına katıldığını belirtti.
Gül Gürses (Theater Des Augenblicks’in sanat yönetmeni, Viyana)
Gül Gürses kısaca kuşaklararası kopukluktan ve seçkinci yaklaşımlardan bahsetti.
Esra Aysun şu anda hem yerel hem uluslararası ölçekte çalışmaya çabalayan bağımsız bir kültür operatörleri kuşağı olduğunu söyledi.
Ata Ünal (“IETM İstanbul Kültür Forumu’nda” Proje Yöneticisi, sahne sanatları üzerine okutman ve bağımsız araştırmacı)
Ata Ünal, ortaya koymak ve altını çizmek istediği bazı konular olduğunu ifade etti. Raporun bir bağlama oturtulması açısından iki yönlü bir eksiğinin olduğunu belirtti: Biri raporun yazarı Dragan Klaic’ten, diğeri de onu alımlayan insanlardan kaynaklanıyor. “İkinci bir nokta olarak, seçkinciliğin sadece geçmişe ait bir özellik olmadığını ekledi. “Bedri Baykam ve Vecdi Sayar seçkinlerdi, ancak şu anda Türkiye’de her türden kültür operatörü olduğunu iddia eden insanlar da seçkin. O halde, bir çok şekilde bizler seçkinleriz. Daha sonra Dragan Klaic’in 2005 sonbaharındaki İstanbul ziyareti sırasındaki seminerlerine katılanlar arasında olduğunu ekledi ve sözlerine devam etti: “Demek ki, Dragan Klaic’in gördükleri çoğunlukla bu seçkinlerin gözlerinden görülendir. Doğal olarak rapor bu bir şekilde kısıtlı bakış açısının dezavantajlarını barındırmaktadır. Öncelikle bu gerçeği kabul etmemiz gerekir. Seçkincilik İstanbul’da, yakın tarihin tüm kuşakları boyunca, kültür politikasının bir özelliği olagelmiştir. Bu seçkinciliği aşma yönündeki çabalarmış gibi görünen değişiklikler, gerçekte seçkin olanın, seçkin olma tabanının değiştiği gerçeğini vurgular. Ki bu aynı zamanda kültürel alanda da gücün el değiştirmekte olduğuna işaret eder. O halde, Türkiye’deki sanatçılar ve kültür operatörleri olarak kabul etmemiz gereken şey, Türkiye’de varolan dinamiklerin çok küçük bir kısmını temsil ettiğimizdir. Bizim, kendi kuşağımızdan ama başka bir sosyo-ekonomik düzey ya da sınıftan insanlarla bile gereken iletişimimiz yok. Kuşaklararası bir kopukluk olabilir ancak kuşakların kendi içinde de bir kopukluk var. Belki bu başka bir çalışmada üzerinde daha ayrıntılı durulması gereken bir konu. Sonuç olarak, saygıdeğer bir akademisyen olarak uluslararası itibar sahibi insanların kullandıkları dilde, yararlandıkları araçlar ve yöntemlerde daha dikkatli olmalarının önemi bir kez daha kanıtlanıyor. Raporu hazırlayan, Avrupa’da saygı duyulan, yazdıklarına birçok kişinin değer vereceği bir kişi olan Dragan Klaic olduğundan, ne yazdığı konusunda daha dikkatli olmalıdır, özellikle de raporun kavramsallaştırılması ve algılanması açısından. Bu arada yine de raporu bir ilk adım, saygıdeğer bir akademisyenin bu kente ilişkin görüşleri olarak kabul edelim.”
Dragan Klaic oturumun son konuşması için söz aldı. Türk kültür hayatı üzerine eksiksiz bir genel bakış veriyormuş gibi yapmadığını, İstanbul’un kültür hayatının iddialı bir kısmı üzerine bir ay boyunca edindiği izlenimlerine dayanarak raporu yazdığını ve kültür hayatının bu kısmının sürdürülebilirliği ve altyapısı hakkında bazı önerilerde bulunmak istediğini belirtti.
Örneğin İstanbul’un genel bir bakış sağlayan bir vasıtadan mahrum olduğunu ifade etti. İçinde kültürel olayların genel bir incelemesinin bulunduğu, İstanbul Time Out dergisi gibi, hem potansiyel seyircilerin hem de kültürel aktörlerin bizzat kendilerinin ne olup bittiğini öğrenebileceği basılı ya da Internet üzerinde bir yayın olmadığını belirtti.
Klaic, yeni bir kentsel gelişmeye ilgi duyduğunu raporda vurgulamış olması gerektiğini şimdi farkettiğini söyledi. Bu yaklaşım elbette ki belirli önyargılarla birlikte varolacaktı ve Klaic bunların ortaya çıkartılmasından memnun olduğunu belirtti.
Tevazu eksikliği suçlamasını kabul edebileceğini, ama alaycı olduğu iddiasını protesto ettiğini söyledi.
Raporun daha çok, İstanbul ve Türkiye’ye ilişkin daha gelişmiş, ayrıntılı bir kültürel plan/proje için olanak sağlaması ışığı altında okunacağını umduğunu söyleyerek oturumu noktaladı.
5 Kasım 2007 Pazartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder