5 Kasım 2007 Pazartesi

Çalıştay - Kültürel Girişimcilik

ÇALIŞTAY - KÜLTÜREL GİRİŞİMCİLİK

Saat: 14:30-16:30
Yer: İTÜ-3

Oturum Yöneticisi:
Joanneke Lootsma (AMSU, Hollanda)

Konuşmacılar:
Vecdi Sayar (…….., İstanbul, Türkiye)
Klaus Ludwig (KunstenFESTIVALdesArts, Brüksel, Belçika)
Suha Bilal (DOT Kurucu Ortağı, Türkiye)
Vittorio Urbani (Nuova Icona, İtalya)


Joanneke Lootsma, çalıştayın konusu hakkında kısa bir bilgi verdikten hemen sonra sözü Vecdi Sayar’a verdi

Vecdi Sayar, bir kültürel girişimci olarak oldukça uzun kariyeri hakkında kısa bir giriş yaptı. Kendisi sinema, tiyatro, festivaller ve film eleştirmenliği de içinde olmak üzere kültür sahnesinin birçok alanında faal biri. Ankara’daki Sinematek şubesinin kurucusu. Konuşmasında 1980 askeri darbesinin Türkiye’deki kültür sektörünün şu anki durumuna etkisine dikkat çekti. Istanbul Festivali içinde yer alan film kısmı için bir tema önerisi sonucunda, İstanbul Film Festivali’ni başlatanlar arasında yer aldı. Başlangıçta İstanbul Festivali disiplinlerarası bir festivaldi. Film bölümü İstanbul Festivali içinde bir film haftası olarak başladı ve ikinci yılında İstanbul Sinema Günleri adını aldı ve daha sonra da İstanbul Film Festivali’ne dönüştü. Sayar 13 yıl çalıştıktan sonra Festival’den ayrıldı ve 15 yıldır varlığını sürdüren Türkiye Sinema ve Audiovisüel Kültür Vakfı’nın kurucuları arasında yer aldı. Vakfın kuruluşundaki temel amaç, bağımsız bir film endüstrisi için lobi çalışmaları yapmaktı ancak Türkiye’de Kültür Bakanlığının konumu ve eylemleri nedeniyle asla bu amaç gerçekleştirilemedi. Ancak bu Vakıf, şu anda çeşitli festivaller yoluyla, yeni kuşak film yapımcılarına destek sağlamak için etkinlikler yapan faal bir kuruluş. Sayar aynı zamanda belediye ve hükümet kuruluşlarında deneyim sahibi olduğunu sözlerine ekledi. Sosyal demokratlar iktidardayken İstanbul ve Paris’te Kültür Bakanlığı adına çalıştı. İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları’nda Teknik Yönetmen olarak görev aldı. 2000 yılından sonra, özel bir şahıs şirketiyle, Güneydoğu’da İstanbul Hakkari Köprüsü adı altında yaptıkları gibi sanat projeleri üzerine çalışmaya başladı. Belediye ile işbirliği içinde Diyarbakır’da bir festival başlattı. Son iki yıldır, İstanbul’da Adalar’da çokkültürlü karakterde etkinlikler düzenliyorlar. Vecdi Sayar’ın da içinde bulunduğu 30 kadar sanatçı ve kültür girişimcisi, bu türden etkinlikler için Kültürlerarası Diyalog Derneği altında bir oluşuma gittiler. Bu dernek, mali ve hukuki dezavantajların üstesinden gelmek amacıyla, Sayar’ın başta belirttiği şahıs şirketiyle sürekli temas halinde çalışıyor. Festival gibi bir etkinliği yaratırken izledikleri yol, tek bir kişinin ya da grubun fikriyle yola çıkmak ve onu yerel yönetimlere, daha çok belediyelere sunmak veya daha sonra da özel şirketelere başvurmak şeklinde.
Vecdi Sayar, kültürel girişimcilik ve kültürel animatörlük arasında bir ayrım öne sürerek, kendisini uzun kariyeri boyunca bir kültürel girişimciden çok bir kültürel animatör olarak tanımladı. Ona göre, temelde Fransızca bir terim olan kültürel animasyon; vurguyu yaratıcılık kısmına yaparken, görece yeni bir Anglo-Sakson terimi olan kültürel girişimcilik; aynı zamanda yönetsel yeteneklerin ve para kazanma hedefinin de altını çizer. Sayar, bir kültürel animatör olarak kendisi için farkın bir başarı öyküsü yaratmakta değil, düşlerin gerçekleşmesinde yattığını belirtti. Bu noktada Avrupa ve Amerikan sinemaları arasındaki fark ile bu konu arasında bir benzerlik kurarak sözlerine şöyle devam etti: “Avrupa sineması yönetmenin düşü, Amerikan sineması ise yapımcının fikridir. Gerek bir animatörde, gerekse bir girişimcide bulunması gereken cesaret ve direnebilmek için iyimserlik gibi ortak özellikler vardır. Kültürel animatörde, yönetsel yetenekler olmayabilir ancak her ikisi için de liderlik gerekli bir özelliktir. Animatör, kamusal yapılar ve fonlara nasıl ulaşabileceğiyle ilgilidir. Burada kamusal destek anlamında sivil örgütlerin desteğini kastediyorum. Fikirleri olan bireyler biraraya gelir.” Sayar daha sonra Türkiye’de sanatın özerkliği için bir lobi mekanizması olarak gördüğü, Bağımsız Sanat Konseyi önerisinden söz etti. Önerisine göre para, hükümet tarafından değil bağımsız yapılar tarafından kontrol edilecek ve bu da şeffaflık sağlayacak. Sayar, bu amaca yönelik olarak genç kuşaklarla birlikte çalışmak gerektiğini de belirttikten sonra şöyle devam etti: “Bir başka konu da şudur. Bazı insanlar zengin bir aileden geldikleri için şanslıdırlar ve ailelerinin paralarını diyelim ki tiyatro için harcarlar ve hiçbir şey için asla tavizde bulunmayacaklarını iddia edebilirler. Diğer taraftan, varlıklı olmayan sanatçılar, TV dizilerinde rol almak ve büyük tavizler vermek zorundadırlar.” Bu gerçeği gözönünde bulundurarak, Sayar kendisi için anahtar konunun, kamu yararı çerçevesinde çalışmak olduğunu söyledi.

Oturumun ilerleyen bölümlerinde Sayar, ticari festivallerin Türkiye’deki ana yaklaşımı ifade ettiğini ve kendisinin bir girişimi olan Pera Fest gibi festivallerin yeterince desteklenmediğini savundu. Ona göre kültürel girişimcinin işi, aynı zamanda işbirliği yapmaktır. Mekanizmaların şeffaf olmamasını ve fonların yetersizliğini önemli problemler arasında saydı. Türkiye’de bağımsız bir sanat konseyi için lobi çalışması yapılması gerektiğine inandığını belirtti.
Sayar ayrıca Türkiye’de kültür sektöründe bir tekelleşme olduğunu belirterek, büyük kuruluş ve yapıların bağımsız sanatçı ve kültürel operatörlerin mekanları olmasına izin vermediğinin, dolayısıyla bu insanların genellikle marjinal ya da kıyıda köşede kalmış yerlerde kendilerine alan açabildiklerinin altını çizdi. Ayrıca bankaların sahip olduğu kültür merkezlerinin de bu tekelleşmenin bir parçası olduğunu belirtti. Bağımsız sanatçılara destek olmaya açık değiller. Bankalar çoğunlukla paralarını kendi kültürel merkezlerine yatırıyorlar ve basında yer alma yoluyla olabilecek en ucuz tanıtımı satın almış oluyorlar.

Klaus Ludwig, Brüksel’de bir festivalde görevli, yapım bölümünde çalışıyor. Organizasyon olarak epey yüklü bir resmi yardım alıyorlar. Farklı altyapılardan gelen birçok şirketin oluşturduğu bir yapıları var. Yüklü miktarda yardım almaların karşın, hükümetlerin değişen politikaları sonucunda bu destek her yıl giderek azalıyor. Bu nedenle kendilerine sponsorluk gibi başka kaynaklar da arıyorlar. Her yıl 24,000 bileti satışa çıkarıyor ve ortalama olarak bunların %93’ü gibi büyük bir oranını satıyorlar. Bu da onlara sponsorluk istemede yardımcı oluyor. Ludwig’e göre sanat üzerindeki ticari etki bir sorun oluşturuyor. Bu Belçika’da açık bir sorun ve “destek vermeye istekli olabilecek insanların fikrini nasıl değiştirebiliriz?” sorusu da üzerinde düşünülmesi gereken bir soru.
Ludwig’e göre bankalar sanat alanında çok fazla güce sahip. İşadamları krediler alıyor. Bankalar kültür merkezleri için destek görüyor, sınırlı parayla ucuz tanıtım yapılıyor ve basında yer almak isteniyor. “Diğer sanat biçimleri için sponsorun sorumlulukları nelerdir?” Ludwig’e göre üzerinde düşünülmesi ve yanıtlanması gereken bir soru olarak ortada duruyor.

Süha Bilal, sanatı destekleyen bir işadamı. İstanbul’da yeni kurulan DOT tiyatrosunun kurucu ortaklarından biri. Bilal’e göre DOT sadece bir tiyatro topluluğu değil, stratejisi sanatçılar arasında işbirliği olan bir kurum. Üç ortaklar; bir tiyatrocu, bir işadamı ve bir de halkla ilişkiler/iletişim alanından bir işkadını. Bilal’e göre, bu girişim için gerekli tüm unsurlar ve ön ayak oldukları iyi bir iletişim ağı vardı. Mimariden tasarıma bir çok konuda yardım almışlar ve bazı sponsorları olmuş. Konu hakkında kesin ve belirli bir yaklaşımları var: kuvvetli bir metin, küçük yapım, küçük ancak esnek bir mekan, seyirci etkileşimi. İstanbul’un kültür yaşamında ayrıksı bir rolü olan Mısır apartmanı’nda bir yer elde etmişler. Bütçesel anlamda sorun yaşamalarına karşın, başlangıçta mekan sahibinden destek görmüşler ve sonra bazı sponsorlar bulmuş, başlangıç masraflarını karşılamak için, kendisinin iş yaşamı altyapısının yardımıyla banka kredisi almışlar. Bilal, DOT’un kendi türünün ilk örneği olduğunu ve dokunaklı olanın seyirciden gördükleri destek olduğunu sözlerine ekledi.

Vittorio Urbani, bu Forum’un kavramsal çerçeve dökümanında Ata Ünal’ın yazmış olduğu “Sorular yanıtlar kadar değerlidir” sözlerinden esinlendiğini ve kendisinin de aynı duyguları paylaştığını belirterek sözlerine başladı. O nedenle bakış açısı, buradaki yanıtlardan olduğu kadar sorulardan da birşeyler öğrenmek yönündeydi. Urbani’ye göre merak, küratörlerin hem başlıca kusuru hem de başlıca olumlu yanı: “Bu işe girişmek isteyenin meraka ihtiyacı var ancak buna iş demek konusunda çekinceliyim zira sürekli meşgulsünüz ancak ortada “iş” yok. Ben hem Türk sanatçılarla hem de Türkiye’de çalışma fırsatı buldum. Ata Unal’ın davet mektubundaki noktalar hakkında fikir üretmeye ve onlara yanıtlar bulmaya çalışırken beni esinleyen bir şey; kendimizi profesyonel sanatçı, küratör ya da galericiden çok “profesyonel yabancılar” olarak görmekti. Türkiye’de çeşitliliğe dayanan bir bakış açısını sadece farklı biri olarak verebiliriz. Bunun derin bir anlamı var.”
“Ben, 40 üyesi bulunan Nuova Icona adlı kar amacı gütmeyen bir kuruluşu, sermaye ve akıl anlamında destekleyerek yönetiyorum. Venedik’te iki sergi mekanımız var ve kendimizi geliştirmek için Venedik’in uluslararası kültürel atmosferini ve ilginç konumunu bir araç olarak kullanıyoruz. Ben bağımsız bir küratör olarak çalışıyorum. Geçimimizi sağlamak için hepimiz başka mesleklerde çalışıyoruz, örneğin ben bir tıp doktoruyum. Yani durum Kuzey Avrupa’daki gibi değil.”

Söyleşinin daha sonraki bir safhasında Urbani, İtalya’da da çağdaş kültür ve sanat için kamu fonlarının yokluğu sorununun olduğunu belirtti. Türk sanatçılar ve küratörlerle çalışmak onun başarısızlık için yeterince neden olduğunu anlamasını sağlamış. Daha şanslı ülkelerin temsilcileriyle işbirliği yapmaya çalışıyorlar. Ona göre işbirliği, dönemsel fırsatların avantajlarını kullanmak değil.
Ancak deneyimlerinin, tüm bu mali sıkıntılara ve çok düşük bütçelere karşın hala en üst seviyede yapımlara imza atılabildiğini gösterdiğini belirtti: “İtalya ve Türkiye’de güçlü bir sanat piyasası olmadığına şükrediyoruz, böylece daha yenilikçi olabiliyoruz. Güçlü sanat piyasaları ticari anlamda başarılı yapımlara katkıda bulunurlar ancak ifade özgürlüğünü garanti etmezler.”
Urbani, bir galeri işlettiği için ilk bakışta kendisine galerici denileceğini ancak şu an kendisini bir galericiden çok, projelerin gerçekleşmesini sağlamaya çalışan bir kültürel girişimci olarak nitelemenin doğru olduğunu düşünüyor.

Oturumda izleyiciler tarafından yapılan katkılar arasında öne çıkanlar ise şunlardı:
Hollanda’nın Türkiye’deki Kültür Ataşesi Nana Stolze, Türk kültürel girişimcilerinin etkileyici olduğunu söyledi ve sözlerine devam etti: “Hollandalı ve Belçika’lılar yardımlar nedeniyle bazen biraz şımartılmış durumdular. Türk girişimciler para bulmakta oldukça iyiler.” Daha sonra Atatürk Kültür Merkezi’nde gittiği bir konserde, tuvalet kokusu üreten bir şirketin ilginç sponsorluğunu örnek olarak verdi.

Karşılıklı konuşma kısmındaki diğer katkılar aşağıdaki gibidir:
“Tiyatroların, mekanları sanat gösterileri için kullanmalarındansa, bu mekanlar çoğunlukla eğlence endüstrisi için kullanılıyor. Glasgow’da bir gece kulubü hip dans kültürüyle son zamanlarda epey para kazanıyor.”
“Türkiye’de biz daha çok para kaybetmemeye çalışıyoruz, para kazanmak şu an çok uzak görünüyor. Ancak bunu güvence altına almak için, her şirketin ya da STK’nın ortak bir tabanda buluşması gerekiyor. Sanat ve eğlence sektörü sponsorlukları arasında hiç bir hukuksal fark yok.”
Oturum yöneticisi konuşmacı ve katılımcılara teşekkür ederek oturumu kapattı.

Hiç yorum yok: