5 Kasım 2007 Pazartesi

Panel - Türkiye Ve Avrupa'nın imajlarını Yeniden Gözden Geçirmek

PANEL - TÜRKİYE VE AVRUPA'NIN İMAJLARINI YENİDEN GÖZDEN GEÇİRMEK

Saat: 10.00 - 12.30
Yer: İTÜ Oditoryum

Oturum Yöneticisi:
Stella HALL (NewcastleGateshead Initiative, İngiltere)

Konuşmacılar:
Kristian Bankov (Doçent, NBU Yeni Bulgar Üniversitesi, Sofya, Bulgaristan)
Nedret Kuran Burçoğlu (Yeditepe Üniversitesi, Türkiye)
Ayhan Kaya (Bilgi Üniversitesi, Türkiye)
Kevin Robins, (Sosyolog, City College, Londra, İngiltere)
Edhem Eldem (Tarihçi, Boğaziçi Üniversitesi, Türkiye)

Laurent Dréano, IETM Başkanı
Avrupa’nın dünyadaki yeri meselesi ve IETM için İstanbul’daki ilk toplantıda birçok Türk sanatçıyla karşılaşma fırsatı. Bu toplantı adına sorduğum ve çalıştaylarda tartıştığımız sorunun ardında, her zaman sanatçının farklı ülkelerdeki rolü ve konumu ile sanatçıya varlığını sürdürebilme ve işini sunabilme imkanını tanıyan kültürel çeşitlilik sorusunun bulunduğunu unutmayalım. Bazı gruplar bağımsız sanatçılar ve büyük organizasyonlar arasındaki ilişkiler üzerinde de çalışacaklar. Bu çok verimli bir toplantı olacak. Hepinize en iyi dileklerimi iletiyorum. Anlamasanız da Türkçe’nin müziğini dinleyin.

Mary Ann de Vlieg ( IETM Ağ Koordinatörü)
Europist ile IETM arasında bir işbirliği, bir evlilik ve 20‘den fazla üye ortak. “Sınırlar” başlığı, kışkırtmak üzere kullanıldı. Bazen öğrenmek sancılıdır. Uyarıcı bir öğrenme deneyimi yaşayacağınızı ümit ediyoruz. Her biri önemli bir kısmı sanatsal alana giren en az altı farklı işte çalışan ve bu toplantıya destek veren kişilerle konuşmak için vakit ayırın.

İpek Düben’in “Türk nedir/kimdir?” isimli belgeseli gösterildi. Aşağıda filmde konuşan Türkiye’de yaşayan yabancıların görüşleri özet olarak verilmiştir:

Carlyle insanoğlunun körlüğünü “ağza alınmaz/korkunç Türk” olarak tanımlamıştır.
“Siyah saçlar, kara ten-Avrupalı olmayan bir görünüş”
“Türkler kendileri Avrupalı olma konusunda şüpheler taşıyorlar.”
“Avrupalı olabilmek için atalarınızın bile o ülkede doğmuş olması gerekir. Bu durum Amerika’da farklıdır, oraya gelen herkes Amerikalı olur.”
“Benim için Türkler Yunanlılar, İtalyanlar, İspanyollar veya Çinliler’den çok farklı değil.”
“Burada yaşayan bazı Fransızlar, Türkiye onların eski kolonilerinden biriymiş gibi davranıyorlar. Biz Fransız okullarında Türkiye hakkında fazla bir şey öğrenmedik.”
“Çok tanınmış bir Macar kitabında Türkler’den çok kötü bahsedildiği hatırladığım tek şey.”
“Üstüne doğru kötü şeyler fırlatılan (birisinin Türk kafası olmak) diye bir deyim var.”
“Rusya’nın bir numaralı düşmanı.”
“Türklerle ilgili tiksindirici resimler hatırlıyorum.”
“Neşeli, oturmayı, sohbet etmeyi seviyorlar.”
“Bazı Avrupalılar için insandan çok hayvana benziyorlar.”
“Bitmek bilmeyen uzun akşam yemekleri var.”
“İş ahlakı Türklerin birincil motivasyonu değil. İşlerinin bitirilmesiyle çok ilgilenmiyorlar. Bakarız, bekleyelim de görelim, hallederiz, kim bilir? en sık kullandıkları cümleler.
“Türkiye’deki zihniyetin yapısına uyum sağlamak gerekiyor. Bir mantığı ve sistemi var ama ben tam olarak anlayamıyorum.”
“Aldığınız her cevap bir miktar belirsizlik içeriyor.”
“Türk kadınları sıklıkla biraraya geliyor ve Avrupalı kadınların aksine çok şey paylaşıyor.”
“Batıl inançlar ve fanatizm.”

Stella Hall
Seyrettiğimiz film, konusu “Türkiye ve Avrupa’nın imajlarını yeniden gözden geçirmek” olan bir oturum için mükemmel bir girişti. Çoğunluğu Türk olmayan konuşmacılar gördük ve burada masamızda da ağırlıklı olarak Türk ve bir de Bulgar konuşmacımız var. İmajları yeniden gözden geçirirken acaba fikirlerimiz değişecek mi, yoksa önyargılarımızı yeniden mi doğrulayacağız? Umuyorum ki bu oturum, birlikte Türkiye ve Türkler hakkında yeni fikirler geliştirmemize yardım edecek.

Nedret Kuran Burçoğlu
Roland Barth diyor ki, “İmajlar tanrı vergisi değil, insan yapımıdır, diğer bir deyişle inşa edilmiştir.” Dolayısıyla ötekine karşı olan davranışımızı etkiledikleri için imajların insan ilişkileri üzerinde büyük tesiri vardır. “Ötekiler” hakkındaki düşünme biçimimiz. İmajlar dinamiktir, dönüştürülebilirler veya aynı zamanda statiktirler, basmakalıp/klişe hale gelebilirler. Zaman içinde insan grupları, uluslar, etnik kökenler, vs. arasındaki ilişkilere göre oluşturulur, dönüştürülürler. Coğrafya, kültürel bakış açıları, din, adetler, sosyal normlar, değer yargıları, insan psikolojisi, mevcut olumlu veya olumsuz imgeler, imajı etkileyen faktörlerdir. İmajların oluşmasının arkasında hemen her zaman bir ideoloji, maksat vardır. Belli bir ülke hakkında kararlar alınması gerektiğinde, imajlar politik amaçlar için kullanılabilir. Konjonksiyon ve politik gündem, hangi imajların kullanılacağını, hangi imajların güçlendirileceğini, ön plana çıkarılacağını belirler. Sözlü, yazılı, görsel medya imajları etkin biçimde yayar.
Türk’ün Avrupa’daki tarihinde pozitif ve negatif imajların farklı amaçlar için yan yana kullanıldığı birçok örnek mevcut. Kıyaslamalı edebiyattan gelişen imajoloji, imaj kavramını sosyo kültürel bir bakış açısıyla inceleyen disiplinlerarası bir alan haline gelmiştir. İmajları parçalarına ayırarak onların arkasında yatan üstü örtülü olguları açığa çıkarmak ve önyargılı imajların yaratabileceği klişelere karşı farkındalık yaratmak amacını taşır. İnşa edilmiş imajların arkasındaki stratejileri doğru “okumak ve parçalarına ayırmak” ve maksatları hakkında karşılıklı bilinç uyandırmak önemlidir. Aksi takdirde, toplumlar kolaylıkla manipüle edilebilir.
Türk’ün imajı ile ilgili birkaç saydam göstermek istiyorum:
Bir sözlükten bir örnek-Deccal, kafir, vücut bulmuş şeytan.
Ortaçağlardan bir örnek daha-Çadırda bir Türk tarafından katledilmeyi bekleyen ürkmüş bir çift.
Bazı reklamlarda da görüldüğü üzere, o dönemde Osmanlılarla iyi ilişkiler içindeki Fransızların Türkler hakkında olumlu veya nötr algıları varken, o dönemde kötü ilişkiler içindeki Almanların bayağı olumsuz fikirleri vardı. Bu imajlar yanyana yürürlükte olabiliyor.
Birinci Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde bir ilaç-krem reklamında, ulusların dayanışması vurgulanmış.
Asbach Uralt reklamında Türkler ve Almanlar yanyana dostane bir hava içinde resmedilmiş.
Aynı dönemde Salem sigaraları Salem Aleyküm sloganını kullanmış ve Almanya’da çok popülermiş.
Enver Paşa ismini üstünde taşıyan bir tramvayın fotoğrafı.
Avrupalıların endişelerini resmeden bazı karikatürlerden örnekler: kalabalık Türk aileleri, Avrupa’nın İslamlaştırılması (Eyfel Kulesi’nin tepesinde ezan), AB perdesinden içeri sızan Truva atı. Bir de olumlu karikatürler: Kuaför Mustafa-Martin’in Kebapçısı, Mc Kebap, nargile içen Avrupalılar-çay saatindeki Türkler, döner kebabın dünyayı istilası.
İmajlar bazen o günün gündemine göre ön plana çıkacak şekilde inşa ediliyor.

Kristian Bankov
İmajlar nerelere yerleştirilir? Gazeteler, dergiler, televizyon, vs. Ama hepsinden önemlisi imajlar belleğimizin ve bilincimizin içindedir. Dünyayı anlamada temel aldığımız kültürel altyapımızın parçalarıdır. İmajlar nötr değildir. İmajlar; temsil ettiklerine, gerçeklere, işaret ettikleri ülkenin ilişki durumuna tam anlamıyla bağımlı değildir. Onlar, aracılıklarıyla kendi kimliğimizin anlamlı tekliğini ürettiğimiz kayda değer birimlerdir. İmajlar, referans noktalarımızdır ki, bu ötekilerin gözündeki imajlarını düzeltmek için çabalayan insanlar için pek de iyi bir durum değildir. Yunanca konuşmayanların barbar olarak görüldüğü eski Yunan kültüründen bu yana Avrupa kültüründe “öteki”, her zaman olumsuz bir referans noktası olarak hizmet etmiştir.
Türkiye ve Balkanların imajı, ağırlıklı olarak batılı ülkelerin dahili medya bilgileri tarafından dikte edilir. Bizim ülkelerimizin imajının biçimi, nötr gerçeklik mantığının içinde değil, dahili tartışmaların mantığı içindedir. Televizyon şovları, fıkralar, reklamlar; birçok batılı medya kurumu, mesajlarını inşa etmek için kayda değer birimlere ihtiyaç duyar. Bu nedenle imaj çok tutucudur çünkü, basit basmakalıplar türetebildiği sürece etkindir. Başka kültürlerin imajlarının yayılımındaki tüketici mantığı, imajları banal seviyelerini korumaya zorlamaktadır. Politik popülizm, toplumun yabancı düşmanı kesimlerinin onayını almak için ötekilerin imajını sıklıkla kullanır. İmajlar kolektif kimliğe hizmet eder ve nötr olamaz. Bu da kendi imajını düzeltmeye çalışanların çabalarını engeller çünkü netice, dolaşımda olan ve bir şekilde batılı toplumların kamusal tartışmalarının mantığına uygun şekilde oynanan gerçek imajların içine kolay nüfuz edemez. Bulgaristan ve Türkiye aynı tarafta olmalarına rağmen, Bulgaristan’daki sağcı partiler Türkiye’nin kötü imajını kullanmaktadır. Popülist mesajlarda toplumun tatminsiz durumundan birisini sorumlu tutarsınız. Türkiye ile Bulgaristan arasındaki tarihsel ilişki bir bakıma Bulgaristan’ın bugün arzulanan refaha sahip olmamasının sebebi olarak sunulmaktadır. Hükümetler arasında mevcut iyi ilişkilere karşın popülist seviyede, imajların kullanıldığı bir seviyede, olumsuz anlamların yüklenmesine müsait bir zemin oluşmaktadır. Çok basit bir yolla kollektif kimliği geliştirmek için imajlar halkın kullanımına açılır. Ben entegrasyonu amaçlayan etkinliklerin uluslararası işlevini güçleştiren belirgin bir eğilimi vurgulamak istiyorum.

Stella Hall
Kristian bilgi yayan kurumların basit ve tutucu mesajları yaygınlaştırması ve ötekilerin imajları aracılığıyla kendi gerçekliğimizi inşa ettiğimizi kastediyorsunuz. Bir bakıma olumsuz imajlar olumlu imajları besliyor. Bu konuyu biraz daha açabilir misiniz?

Kristian Bankov
İmajların kötüye kullanımı, seyircisi üzerinde kolay ve acil başarı için çabalayan toplum kesimlerini daha fazla ilgilendiriyor-birisiyle alay etmek kolaydır. Etnik grupların bayağılaştırılmış imajları fıkraların ve şovların başlıca konularındandır. Değişen gerçeklikle hiçbir ilgisi yoktur. Fıkralar ve reklamlar bu sabit, bilindik, tanıdık imajları sıklıkla kullanır. Bütün kurumlarda değil ama halk söylemi dahilinde bu işler böyle çalışır. Her ülkede ortak İslam, Balkan, vs. imajları vardır. Bugünlerde Avrupalı ülkelerin aşırı sağcı kesimlerinin politik mesajlarında kolayca kullandıkları ortak bir payda mevcut.

Stella Hall
İmajların nasıl geliştiğini ve nasıl kullanıldıklarını ve yayıldıklarını özetliyorsunuz. Bu odada olup da herhangi bir politik parti mensubu olmayan veya medyada, reklam sektöründe faaliyet göstermeyenlerimiz, değişen imajlar üzerinde çalışmaya ve yeni imajlar sunmaya nasıl devam edebiliriz?

Kristian Bankov
Bununla nasıl başa çıkacağımızın cevabını ben de bilmiyorum, bilseydim mucizevi olurdu. Öteki ülkenin imajını düzeltme savaşı o banal olumsuz imajların türetildiği zeminle aynı zeminde yapılmalı. Tüm ülkenin Halkla İlişkiler politikaları medyaya aynı yolla müdahale etmeli. Öte yandan, bu pratikte zordur çünkü kaynak gerektirir. Biz burada bulunanlar bir ülkenin nüfusunun, kültürel altyapısının, ötekilerin çeşitliliğinin karmaşıklığının, diyaloğun ve fikir alışverişinin getireceği avantajların bilincindeyiz. Popülist, basitleştirilmiş, nefret dolu mesajları takip eden sokaktaki insanların öbür görüşü uygun şekilde duyması gerekiyor, ki bunu başarmak çok güç.

Edhem Eldem
Ben Avrupalıların Türkiye veya Türkler hakkındaki imajı üzerinde yoğunlaşmayacağım. Söylenenlerin büyük kısmına katılıyorum. Bu imajların Türkler tarafından algılanışı ve kullanılışı beni daha çok ilgilendiriyor. Kendimizi Avrupa’ya kıyasla nerede konumlandırıyoruz?
Türkçe’de İtalyanca’dan gelen “alaturka” diye bir deyim var. Türk’ün imajında tembel, yararsız, geri olan her şey için kullanılır. Kendimizden memnuniyetsizsek bu deyimi kullanırız. Bu durumda bir acıma uyandırma/dokunaklılık (patos) var. Bu kadar olumsuz anlamı olan bir şeyi ifade etmek için bir tür ulusal eleştiri kullanan pek fazla ülke görmedim. Bunun arkasında bir hastalık var ve bu hastalığa her yerde rastlıyorum. Türk’ün Avrupa’daki bu olumsuz imajlarını, bir tür yanlış anlamaya karşı meşru bir hak arayışı olarak kullanıyoruz. Popüler düzeyde yine bunun arkasında bir şey var. Altta yatan fikrin “Bu imajlar bu kadar olumsuz olmasaydı Türkiye’nin Avrupa’ya entegre olmasında sorun yaşanmayacaktı.” olduğunu düşünüyorum. Türk’ün tanımının batılı algılamalara dayandırılmasının tipik olduğunu düşünüyorum, filmde fikrini belirten şarktan gelen yabancılar yoktu. Bu durumu “kendi imajına yönelik saplantı” olarak ifade edebilirim. Bu, Türk’ü tüm imajlardan daha iyi tanımlıyor.
Her şeyi fazladan anlamlandırmak istemiyorum ama bu etkinliğin başlığında “marjlar-uçlar” Türkçe’ye “sınırlar” olarak tercüme edilmiş. Bence bu da Türkiye’nin Avrupa’daki algılanışı ve kendisi ile ilgili düşünülenlere ilişkin sorununun bir parçası. Bu tarihsel bir olgu. 1809’da Halet Efendi (Paris’te büyükelçi olan) tarafından saraya yazılan bir mektupta bir dönüm noktası var, diyor ki: “Dünyadaki tüm Ermeniler ve Yunanlılar Müslümanların kurbanı olduklarını söyleyip durdular ve sonunda biz de buna inandık. Avrupa’da böylesi bir günah işlemenin imkansız olacağını söylediler. Ancak burada ben ismi Palais Royal olan-fuhuş yapılan bir yere gittim ve gördüm ki onlar bizden çok daha kötüler. Lütfen durumu Sarraf İbrahim Hoca’ya (saraya yakın bir Ermeni). Şükürler olsun ki İslam ülkelerinde bu kadar kötülük yok.”. Bu 18. yüzyılın sonunda ortaya çıkan çok tipik bir şey. Öncelikle, insanların bizim hakkımızda bazı şeyler söylediği ve bizim buna karşı tepkimizi koymamız gerektiği fikri mevcut. İkincisi; kültürel ve ideolojik olarak batıya yakın olup bize karşı çalışan hatta daha da ileri gidip bizi kendimizin kötü olduğuna inanma yanılgısına sürükleyen Yunanlılar ve Ermeniler fikri. Bu iki etki birleşerek çeşitli tepkiler üretiyor: Biri “Tamam eşcinseliz ama onlar da öyle” türünde tepki ki bunu Türkiye’de tüm konularda hala görüyorsunuz ve daha sonra geliştirilen tepki “özümsemek”; kabul etme, ona göre tepki verme ve kendi aksiyon programınıza entegre etmeyle sonuçlanan. Bu, 19. hatta 20 yüzyılda benim büyüleyici bulduğum bir şeye yol açıyor; oryantalizme. Osmanlı İmparatorluğu’nda en azından elit kesimin bu oryantalist klişeleri özümseyerek bunları kendine mal etme ve nüfusun geri kalanına uygulama noktasına kadar gitme kapasitesi. Osmanlı vakasında gerçek hedef, Türk olmayan Arap illeri. 1860’ın sonundan itibaren Bedevileri veya Yemen nüfusunu tarif eden Osmanlı Valileri’nin ifadelerine baktığınızda, bunları Hindistan’daki İngiliz bir subayın veya Cezayir’deki bir Fransız subayın mektuplarında yazdıklarından ayırt etmede çok zorluk çekersiniz. Batının kurallarına göre medeni bir mevcudiyet yaratma ve aklanma elde etmek için bu imajı tekrar üretip batıya gösterme arzusuna sahip çıkılıyor. Bugün yapılan tartışmaların çoğu 1840’tan beri ve özellikle bir diğer dönüm noktası olan 1856’daki Kırım savaşından beri sürüyor. Bu savaş, Osmanlılar’ın artık “kötü adam” olmadığı ilk misal. Yeni bir barbar ulusun doğuşu-Ruslar. Osmanlıların nihayet medeni uluslar kulübüne kabul edilme şansları olduğunun farkına varmaları. Osmanlılar ve Türkiye için ezelden beri varolan bu yol ayrımı: biri uygun özümseme, bu coğrafyada medeni bir dünya yaratma arzusu ve batılı değerleri onları kötü adamlara empoze etme pahasına benimsemek, diğeri ise; buna karşı geliştirilen tepki: kendini mazlum yerine koyma, kurban etme ve İslami veya ulusal değerleri yücelterek kendini batıyı memnun etmeye çalışma yükünden kurtarma arzusu. Bazı durumlarda bunlar üstüste biniyor.
Türkiye Avrupa’dan çok daha fazla imajları tarafından yönetiliyor. Bu acıklı bir durum.
Alaturkalık yapıp bana ayrılan süreyi aşmak istemiyorum.

Stella Hall
Siz bizi bir yol ayrımına getirdiniz. Bu yollardan hangisinin daha iyi bir seçim olacağı üzerindeki görüşlerinizi duymak isterim.

Edhem Eldem
Bu tür ileriye dönük tahminlerden hoşlanmıyorum, bunlar gerçekten tehlikeli. Türk doğasına has olan bir başka şeyin imaj ve algıların had safhada hızla değişmesi olduğunu düşünüyorum, bunlar çok kaygan zeminler. Milliyetçi Kemalist gelenek, türlü sebeplerle Avrupa’ya entegrasyona karşı çıkarken Avrupa’ya dahil olmaya hazır İslami kimlik sınırlardaki bulanıklık hakkında size epeyce fikir verecektir. Hemen hemen sürekli olarak geri gelen bir kavramın, milliyetçilik olduğunu düşünüyorum ama bu kavram da oldukça esnek ve entegrasyona yönelik bir argüman olarak kullanılabilecek şekilde çevirilebilir ve böylelikle özelliğini kaybedebilir. İzdüşümler konusunda gerçekten fikrim yok. Türkiye’deki sorunlardan biri, tartışmanın nüfusun belli bir kesimiyle sınırlandırılması-bu açıdan Türkiye çok Avrupalı- ama 18. veya 19. yüzyıldaki gibi Avrupalı. Entelektüellere hala “aydın” denen ender ülkelerden biriyiz. “Biz aydın(landıy)sak onlar hala karanlıkta” anlayışı halen egemen, çok Avrupalı ama kimbilir hangi zamandan…

Ayhan Kaya
1999’da Helsinki’deki zirvede, Türkiye’ye tam üyelik şansı verildi. O günden bu yana, birçok değişiklik meydana geldi. Türkiye’de politikaların algılanışı, sivil toplumun organize oluşu, yetkilerin ve yasal değişikliklerin gerçekleşmesi bakımlarından.
Avrupa hiçbir zaman statik bir yapıya sahip olmadı, sınırlar hep değişti. İskender ve eski uygarlıklar zamanındaki Avrupa bugünkünden epey farklıydı. Bir zamanlar doğuyu da dahil eden Avrupa, sonradan Hristiyan, daha sonra Alman hale geldi, daha da sonra farklı dini tarikatlara bölündü. Avrupa homojen bir varlık değil, bazı kısımları dış düşmanlarla girilen çatışmalarla yüzleşti, dahili dinamikler Avrupa’yı değiştirdi. Avrupa, her zaman birleşme ve ayrılma süreçleri içinde olan bir yapı oldu. Avrupa kendini kül olana kadar yakan sonra da küllerinden dirilen bir Anka kuşu gibi. AB’ye özellikle Avrupa anayasasının Fransa ve Hollanda’daki referandumundan sonra baktığınızda, medeniyetin, kültürün ve dini söylemin Avrupalı ülkelerde bir tür yükselişte olduğu gerçeğine baktığınızda, AB şu anda ayrılma tehdidiyle karşı karşıya. AB’ye inancı olan birisi olarak ben, bu evrelerin Avrupa’nın hep içinden geçeceği evreler olduğunu biliyorum.
AB bir yapı. Hepimiz nelerden oluştuğunu biliyoruz (eğitim, yapısal fonlar, bayrak, pasaport, istatistikler, marş, harita, Euro).
Euro banknotlarına baktığınızda köprüler göreceksiniz, bunlar aslında ulusal sınırları muhafaza ederek sınırları bir araya getirmeyi simgeliyor, uluslararötesi bir mevcudiyet haline gelmeyi, bir yandan da bölgesel, kültürel çeşitliliği vurgulayarak. Avrupa’nın “ötekiler” kavramı kendi kimliğini oluştururken hep değişegelmiştir. Şu andaki ötekiler; Bush’un Amerika’sı, İslam ve genişleme. Bu sadece Türkiye’ye değil aynı zamanda merkezi ve doğu Avrupa’dan yeni katılan ülkelere de yönelik.
Bu resme baktığımda, AB’nin iki alternatif projesini görüyorum. Biri benim şahsen desteklediğim sinkretik Avrupa, öbürü ise bütünsel Avrupa. (Demokratik olana karşı tutucu olan)
Bütünsel-kısa görüşlü politikacılar tarafından betimlenmiş, Avrupa’nın kültür, din, medeniyet yanlısı coğrafi karakterini referans alan, statik, komünal, çokuluslu, Merkel, Rasmussen, vs.’nin söylemleri tarafından örneklenen.
Sinkretik-Örneğin, Avrupa’nın Yeşil projeleri-daha barışa yönelik bir proje; dinamik, laik, toplumsal, ulusallık sonrası.
Türkiye’nin sinkretik Avrupa’da yeri var, diğerinde yok.
Son zamanlarda Türkiye üç temel alanda muazzam bir dönüşümün içinde:
1. Bir fenomen olarak çeşitlilik 1999’dan sonra politik olarak kurumlaştı. Çeşitliliğin bir fenomenden (50 farklı etnik grup ve birçok farklı din) ideolojiye dönüşmesi.
2. Azınlıkların hakları (sosyal, etnik, dini) artık ulusal güvenliğin karşısındaki bir tehdit olarak tanımlanmıyor, onun yerine adalet ve eşitlik meselesi olarak görülüyor.
3. Çok derin kökleşmiş cumhuriyetçi söylem “çeşitlilik üstünden birlik”, “çeşitlilik içinde birlik” ile yer değiştirme sürecine girdi. Türkiye politik olarak çeşitliliğini farkına varmaya başlıyor. Şu anda yasal yargılama yetkileri üzerindeki değişiklikler sürüyor.

• 1932 Türk tarih tezi: Türk Cumhuriyetçiliği bu meşhur tezle tanımlanmıştı. O günlerdeki Türkiye’nin dahili dinamikleri ve Avrupa’da yükselen faşist hareketle bağlantılıydı.
• Güneş dili teorisi (1936)-tüm dillerin aslen Türkçe’den türediğini iddia eden teori
• Üniteryen milliyetçi eğitim politikaları (1924)
• Ayrımcı yerleşim politikaları (1934)
• Ayrımcı yurttaşlık yasaları
• Varlık vergisi (1942)
• Yakın zamanda yerleri değiştirilen Türkiye’nin doğusundan ve güneydoğusundaki insanlar.

Bunlar hep Türkiye’nin Kürt sorunu, politik İslam ve Türkiye’de yaşadıkları halde ulusun bir parçası olmayan ötekiler (Hristiyan toplulukları, Ermeniler, Museviler, Rumlar, vs) gibi dahili sorunlarından kaynaklandı. İçerdiği yan anlam nedeniyle “millet” dediğimizde bunun Sünni Müslüman Türklerden oluştuğunu vurgulamış oluyoruz. Ama şimdi, “millet” kavramı da dönüşüyor. Sadece AB’nin hatırına değil, demokratik sivil toplum hareketinden gelen iç talebe de bağlı olarak.
Homojenize eden cumhuriyetçi ideoloji, 70’lerden beri çeşitli olaylara bağlı olarak sorgulandı. Kürt milliyetçiliği, Alevi dirilişi, AB etkileri vs. Türkiye’nin son zamanlarda müzik, spor, kültür, ekonomi, vs. alanında kazandığı başarıların neticesi olarak kaba milliyetçilik ulusal gurur ve özsaygıya dönüşüyor, ki bu çok daha az tehlikeli. Ben her zaman kaba milliyetçilik ile ulusal gurur arasında negatif bir korelasyon görüyorum. Ulusal gururun yükselişi ulusun ve toplumun özsaygısı ile bağlantılı. Türkiye’de milliyetçi bir hareket olduğuna dair son zamanların hipotezini sorguluyorum, gurur ve milliyetçilik arasında ayırım yapmayı tercih ediyorum.
Politik bir barış projesi olarak AB Türkiye’de; demokratikleşme, azınlıkların taleplerini okuma gibi konularda birçok değişikliğin yapılmasını sağladı. Son olarak Daniel Cohn Bendit’ten bir alıntı “AB-Dünya tarihinin en başarılı entegrasyon projelerinden biri.” II. Dünya Savaşı sonrasında Fransa ve Almanya’yı Ren’in, Polonya ve Almanya’yı Oder’in iki kıyısında birleştirmeyi becerdi, şimdi sıra Boğaziçi-Türkiye’de.

Stella Hall
Bizi güçlüklerden ve daha bugün konuştuğumuz ülkenin hızlı değişen tabiatından haberdar ettiniz. İmajların bu değişime ayak uydurup uyduramadığını merak ediyorum.

Kevin Robins
Bu konu beni biraz sıkıyor. Burada bir kurumla çalışan eşim geçen gün bir Hollanda delegasyonuyla biraraya gelmiş. Delegasyon ona “öteki”ni anlamanın öneminden bahsetmiş. O da bahsi geçen “öteki”lerden biri olmasına rağmen kibarlık edip cevap vermemiş. Bu durum gerçekten ümitsiz. “Bunun durması lazım” Van Morrison’ın yeni CD’sinde dediği gibi. Asıl soru bunu nasıl durduracağımız. Bütün bu soyut kavramlar, boşluk üzerindeki izdüşümleri artık bitmeli. Amsterdam’da yaşayan Hırvat yazar Dubravka Ugresic dünyanın bu bölgesini Avrupalılar için “zihinsel boş alan” olarak tanımlıyor, üstüne yapılacak tüm izdüşümlerin/projeksiyonların mümkün olduğu. Avrupa ve Türkler hakkında daha fazla kitap görmek istemiyorum. Bu söylemin ötesine nasıl geçeriz, bunu nasıl değiştiririz? Üzerine bitmek bilmeyen seminerler düzenlemekten nasıl kaçınırız?
“Öteki” hakkındaki kendi algımı düşündüm. Dün gazetede bir makale okudum ve bunun üzerine bir CD almaya dışarı çıktım. Satın aldım ve dinledim. Daha sonra bir de DVD almaya gittim. Tüm bunları sizi eğlendirmek için yaptım. “Türk” hakkında düşünürken bunu bir tür çağrışımla yapmak istiyorum. Ben size Türk hakkındaki kendi algımı sunacağım. Size CD’den bir şarkı dinleteceğim ve bahsettiğim DVD’den bir kısım seyrettireceğim.
Müslüm Gürses- Bob Dylan’ın “Mr. Tambourine Man” şarkısının cover’ı.
Yönetmen Ezel Akay’ın “Hacivat ve Karagöz neden öldürüldü?” filmi.

“Öteki” hakkındaki algı soyuttur, boştur. Şimdi gördüğünüz film bundan bahsediyor. Türk’ün varoluşu, özü, doğası nedir, Türk hangi bakımdan farklıdır? Bu benim için bir tür algı. Bir diğer algı, verdiğim örneklerle çağrıştırmaya çalıştığım algı, kendine has, spesifik, gündelikle ilgili olan. Ötekini algıladığınız zaman, çok spesifik bir şeyi algılamanız gerekiyor. M. Gürses, kimdir, neden son yıllarda daha saygın hale gelmiştir? Nasıl olup da yeni kasedini Murathan Mungan’la yapmıştır? Beyoğlu entelektüellerinin onunla bu yeni ittifakı nedir? Onu dinlediğinizde bir geçmiş ve hatta mizah sezinliyorsunuz. Türk kültürünün içinde müthiş bir ironi vardır. Ötekini incelemek istiyorsanız, kendine has olanın diyarına girmelisiniz. Yönetmen Ezel Akay’ın buluşçu olduğunun farkına varmalısınız. Bana geceleyin otoyolda ters istikamette araba sürmeyi hatırlatıyor, karşınıza devamlı bir şeyler çıkıyor. Sonuç itibariyle, insan bu kültürün kendine haslığına, sağlamlığına bakmalı ve bu boş mitolojik soyutlamalardan uzaklaşmaya başlamalı.

S (SH) - Algılarımızı nasıl biçimlendiriyoruz?

C (EE) - Duyduğum kadarıyla Türk doğasının bir parçası olmayan “alaycılık ve iğneleme” rahatsızlığından muzdaribim. Underground-yeraltı yazarımız Murathan Mungan ve Müslüm Gürses arasındaki işbirliği sonucu ortaya çıkan dünyaca ünlü şarkıların yeraldığı bu “proje”. Bunun da sürekli olarak kendini sunma çabasının bir parçası olduğunu düşünüyorum. Çok muğlak. Günümüzün önemli düşünürlerinden Umutsuz Evkadınları dizisinden Bree Van De Kamp diyor ki: “Aşkın karşıtı nefret değil kayıtsızlıktır”. Türkler imajlarından şikayetçi ama bundan daha kötüsü de var. Haberlerde veya karikatürlerde hiç rastlamadığınız ülkeler var mesela. Türkiye’de problemli bir konu olan “sorunu içeriden dışarıya taşıma” kabiliyetinden kaçınma eğilimindeyim. Kendi suçları, hataları veya takdirleri üzerinde yoğunlaşarak. Kendinize bir hayat edinin ve kendinize bakın. Bu da Van Morrison’dan mıydı?

C (KR) -Tartışmadan kaset tavsiyesine, E.Akay’ın bir filmini daha önermek isterim “Neredesin Firuze” ve ona eşlik eden yine M.Gürses’in bir şarkısının yer aldığı soundtrack.

S (SH) -Hiç imajınız olmamasındansa bazı imajlarınızın olması daha mı iyidir? Olumsuz imajları değiştirme işi çok mu zor?

S - Biz Türkler hakkında Türkiye’den doğrudan gelen bir bilgiden ziyade ülkemizdeki göçmenler vasıtasıyla bilgi alıyoruz. Bu konu tartışılmadı. Suç oranları, işsizlik verileri popülist bir biçimde kullanılarak Müslüman ülkelerin olumsuz imajını kışkırtıyor. Türkiye’nin bir bütün olarak Avrupa’da yarattığı imaj açısından çok önemli olan göçmenlerle nasıl bir bağlantı kuruyorsunuz?

C (KB) -Olumsuz imajların yayılım yöntemi; medyanın belli bir tekil suç vakasını alıp bunu genele mal etmesi şeklinde olur. Bu azınlıkları ve göçmenleri etiketlemek için çok kuvvetli bir mekanizmadır. Medyanın temel prensibi basitçe “kötü haber iyi haberdir” esasına dayanır. Haberlerde göçmenler tarafından işlenen suçlara her zaman hazır yer vardır. Göçmenlerle ilgili olumlu haberler ise önemsizdir ve genellikle çok fazla kişi tarafından takip edilmeyen kültür programlarında verilir. Haberlerde kötü şekilde etiketlenmiş olmasa da bu tür bilgiler, başkaları tarafından göçmen politikasının değiştirilmesi gerektiği söylemini yaratmak için kullanılır.
C (AK) -Geçen yıl 1700 kişiyi kapsayan, Fransa’da yaşayan Türkler ile Almanya’da yaşayan Türkleri kıyaslayan büyük bir araştırma yapıldı. Ana fikir, görünmeyen Türkler’i ortaya çıkarmaktı. Çünkü halk söyleminde aslında temel olan; sokakta, kamusal alanda görülen basmakalıp Türk tipine uyan “görünür Türk”tür. Temsil ve popüler imajlar arasında kuvvetli bir bağıntı olduğunu bulduk. Ama gerçek ile temsili arasında ise büyük uyumsuzluk var. Üç alan var; birinci, ikinci ve üçüncü. Biz hep gerçeğin temsili olan ikinci alan hakkında tartışıyor ve hep ilk adımı, yani gerçeğin kendisini unutma eğilimindeyiz. Ben orada gerçeklerin örtülmek üzere bulunduğunu görüyorum. Çok popüler, çok yaygın politik söylemler, Türkiye’de olduğu gibi AB’de de gerçekleri bastırıyor. Birçok sorun var; politik İslam, İslam fobisi, karşı cins fobisi, ötekiler, göçmenler, göçün güvenli kılınması, vs. bunların hepsi, kısa görüşlü tutucu politikacılar ve bize hazır imajlar temin eden medya insanları tarafından oluşturulmuş bilgi ve bilgi birikimleridir. Tartışmalarda eksik olan, pek fazla insanın sürmekte olan “endüstrileşmenin tersine işlemesi” sürecine dikkat etmemesidir. Vasıfsız göçmenler malzemesinin yoksulluk, işsizlik gibi konulara karşı savaşmak için kullanılması, dışlama, ırkçılık, gibi meseleler vasıtasıyla hükümetler bazı konuların üstünü örtüyor. Esas mesele, sermayenin AB’den emeğin daha ucuz ülkelere doğru kayıyor olmasıdır. Bu dışlamaya karşılık verecek ilk insan grubu bu vasıfsız insanlardır. Tutucu, dindar, etnisite yanlısı, milliyetçi, faşist bu insanlara nasıl davrandığımız, ortaya çıkarılması gereken kökleri derinde yatan yapısal sorunların belirtileri, sonuçlarıdır. Gerçekleri gözden geçirelim, baskın temsil rejimlerini değil. Araştırmamız Avro Türklerin % 60’ının basmakalıp imajdan farklı olduğunu ortaya koydu. Bu insanlar çok birleştirici, bütünleştirici, yaşadıkları ülkenin vatandaşlığına başvurmuş, vs. kişiler. “Görünür” Türk’le “görünmeyen” Türk arasındaki farkı görelim.

C (KR) - “Türkiye’yle bir sorunumuz yok ama ülkemizde yaşayan Türk göçmenlerle ilgili bir sorunumuz var” ayrımını garip buluyorum. Bence burada bir bilgi birikimi eksikliği, göçmenlere aşinalıkta eksiklik var. Bunu sorgulamak istiyorum. Türk yönetmen Fatih Akın’ın “Eve gitmeyi unuttuk” isimli filmini tavsiye etmek istiyorum. Film kendi göçmen ailesinin karmaşık doğasından ibaret. Göçmenleri bu ruhla görmeliyiz. Türk-Kürt göçmenlerin canavarlaştırıldığı bazı Avrupalı ülkeler bağlamında ev sahibi kültürde neler olup bittiğini düşünmek de önemlidir. Ev sahibi kültürler üzerine de ışık tutmak gerekir. Viyana’da yaşayan bir Türk arkadaşım bana bir keresinde Avusturyalılara “Neden bu kadar mutsuzsunuz ve niye bize rahat vermiyorsunuz?” diye sormak istediğini söylemişti. Bence kişinin bunun üzerinde daha karmaşık bir şekilde iyice düşünüp taşınması gerekli. Göçmenler her tür sorun için tek sorumlu olarak gösterilmemeli.

S - Peki ya Avrupa’nın Türkiye’deki özel veya genelleştirilmiş/soyut imajları? Türk gazetesi Hürriyet’in AB üyelik uzlaşmalarının sonucuna göre hazırladığı alternatifli iki baş sayfaya şahit oldum. Yayınlanan “Viyana düştü “(olumlu sonuçlanması halinde)-ki bu yayınlandı ve Hitler’in tam sayfa portresi (olumsuz sonuçlanması halinde)-hiç yayınlanmayan.

S - Bilinçaltında veya fonda kalan bir başka konu var: Türkiye’nin kimliğinin diğer Müslümanlar-Araplar, benim de geldiğim İslam dünyası gözünde ve kalbindeki yeri. Biz sizi İslam’ın savurgan kızları ve oğulları olarak görüyoruz. Otantik kimliğinizi kaybetme pahasına AB’ye katılmak mı istiyorsunuz? Ola ki Avrupa’ya yanlışlıkla sızarsanız, kardeşlerinize karşı iyi olun ve Avrupa’yı İslamlaştırın (!)

C (NKB) -Türkler iki kutup arasında zor bir durumda. İmajın diğer tarafına yoğunlaşamadık. Bu konu bir başka oturumda ayrıntılandırılmalı.

C (EE) -Konuşmamda daha önce sunulan Türk kimliğinin, Avrupalı olmayan kişilerin görüşlerini içermediğini belirtmiştim. Türk kültürünün tipik bir diğer özelliği de, hakkımızdaki diğer Müslüman düşüncelere önem vermememizdir. Arapların Türk kültüründeki olumsuz imajı üzerine bir panel yapabiliriz. Gerçek bir alaka eksikliği var. Avrupa’nın Türk imajı hep enstrümentalize edilir, bu bir imajın özel bir biçimde gözden geçirilmesidir, sürekli değişir çünkü tepkiseldir. Bu Avrupa’nın gerçek bir sorgulaması değil, Avrupa’nın Türkiye için bir amaç/tehdit olarak sorgulanması. Avrupa üzerine gerçek bir düşünme yapılmıyor. Düşmanlarımız olduğuna dair baskın bir paranoyamız var. Bu da; sürekli bir entrikanın merkezinde potansiyel bir kurban/kazanan olduğumuz durumlar türettiğimiz bir noktaya kadar gidiyor. Resimden çıktığımız anda artık hiçbir şey umurumuzda olmuyor. Bu Avrupa açısından bir sorun. Türkiye’nin sürekli kendisi ve Avrupa hakkında düşünmeden Avrupa’yı anlayabileceğini sanmıyorum. Avrupa’nın bir yapı olduğu söylendi, ben daha da ileri giderek Avrupa’nın bir buluş olduğunu söylüyorum. Eğer Avrupa gerçekten bazı insanların onda görmek istediği, kültürel, dini, homojen şey olsaydı, er ya da geç kırılırdı ve belki de kırılacak. Ama ben Avrupa’nın güzelliğinin, kendi buluş sürecinin ilginçliğinden başka bir tarihsel geçerliğinin bulunmaması olduğunu düşünüyorum. 16. yüzyılda Avrupa yoktu. Paranoyamız yüzünden 16. yüzyılda da Avrupa’nın bir parçası olduğumuzu kanıtlamaya uğraşıyoruz. Bunun hiç anlamı yok.
C (KB) - Kültürlerarası diyaloğa hazırlıklı olan insanları bir araya toplayan etkinliklerin -bu insanlar zaten bu yönde çalıştıkları ve istekli oldukları için- çok fazla kazanç sağlamadığı ile ilgili söylediklerime bir ekleme yapmak istiyorum: Ülkelerin kendi dahili medya söylemlerindeki imajlarını düzeltmek için daha sistematik inisiyatifler alındığı takdirde bu tür etkinliklerde insanlar, bir know-how altyapısı olarak hizmet eden fikirler geliştirebilir. Yapılması gereken iş çok büyük ama fikirler bu tür etkinliklerden çıkar.

C (SH) - Algıyı etkilemeyi sadece akademisyenler ve medyaya bırakamayız. Zenginliğin ve çeşitliliğin anlaşılmasını mümkün kılan özel karşılaşmalar yaratmak her birimizin elinde.

Sıtkı Kösemen’in “Avrupa” ve Pelin Esmer’in “Oyun” filmlerinin anonsu yapıldı.

Hiç yorum yok: