ÇALIŞTAY - EGZOTİZM Mİ EGZORSİZM Mİ? (EGZOTİZM Mİ ŞEYTAN KOVUCULUK MU?)
Saat: 14:30-16:30
Yer: İTÜ-1
Oturum Yöneticisi:
Annemie Vanakere (Rotterdam, Hollanda)
Konuşmacılar:
Meyda Yeğenoğlu (Profesör, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü, Ankara, Türkiye)
Kristian Krastinov Bankov (Doçent, Yeni Bulgar Üniversitesi, Sofya, Bulgaristan)
Ahmed Abdalla Roza Al-Jeel Sosyal Çalışmalar Merkezi Yöneticisi, Mısır)
Ata Ünal (Avrupa Kültür Derneği, İstanbul, Türkiye)
Annemie Vanakere, çalıştayın oturum yöneticisi olarak önce dinleyicileri oturumda izlenecek yol ile ilgili bilgilendirdikten sonra konuşmacıları tanıttı. Daha sonra konuşmacıların profillerinden hareketle büyük olasılıkla Ata Ünal’in konunun sanatsal alanla bağlantısını kuracak kişi olacağını belirtti. Hemen ardından sözü ilk konuşmacı olan Meyda Yeğenoğlu’na verdi.
Meyda Yeğenoğlu, bu çalıştay için daha önceden hazırlamış olduğu bir bildiriyi sundu. Temel olarak konuşmasında kültürel farklılık, kültürel farklılığın temsili ve egzotizmin bu resmin içine nasıl oturduğuna ilişkin düşüncelerine yer verdi. Turizm söylemi içinde bir basamak olarak otantiklik söylemi üzerinde özellikle durdu. Konuşması ayrıca şu temel noktalara değindi: Sömürgecilik (Koloniyalizm) bugünün politikası ve kültüründe müzeler, sanat dünyası, medya ve turizm aracılığıyla sürdürülmektedir. Batı adına evrensellik iddiası hala mevcuttur. Farklılık yadsınmaz ancak batı kültürü içinde daima içselleştirilir, estetize edilir ve egzotikleştirilir. Kapitalist ekonomi dahilinde turizm, aynı zamanda geleneksel kültürlerin egzotik unsurlara dönüştürülme sürecine hizmet eder. Turizm söylemi daima otantikliğe, nostaljiye ve geçiciliğe duyulan bir arzu barındırır. Geleneksel, egzotik ve ilkel olanın modernitenin hastalıklarından bağışık, masum olduğu düşünülür. Yozlaşmanın dışında kalan, özgün, doğal, saf bir deneyim elde etme arzusu, etnik turizmle sonuçlanır. Ancak, otantik asla kendiliğinden orada değildir, ama turistlerin kendilerine duyduğu arzunun farkında ve ana gelir kaynağı turizm olan yerli halk tarafından hazırlanır ve kurgulanır. Bundan dolayı, turizm kişilikteki yerlilik hissini etkiler. Yerli olan, turistik bakış tarafından asimile edilerek kişiliksizleştirilir. Kişilik yitimi ile sonuçlanan bu süreci, kişiliğin üretimi ve insanların kendi öz kültürleriyle olan ilişkilerinin kökten bir yeniden biçimlendirilmesi izler.
Kristian Bankov, Meyda Yegenoğlu’na çoğu noktada katıldığını belirtti ve Doğu’ya ilişkin imgelerin çoğunun bir tüketim malzemesi olduğunu onayladı. Ona göre bu şeylerin tipolojisi, eşyanın tipolojisi ve turistik hedeflerin bir tipolojisidir. Tüketim dışında, egzotizmin imgeleri Batı’da eğlence amaçlı da kullanılmaktadır. Tüketim ve eğlence bu egzotizm imgelerinin batının medyatikleşmiş toplumlarındaki temel dolaşım biçimleridir. Daha sonra konuşmasını, Doğu’daki belirli bir ekonomik etkinliğin Batılı bakış açısıyla nasıl göründüğüne ilişkin bir örnekle sürdürdü. Bankov, Türkiye’de Kayseri’deki ekonomik gelişmeyle Protestan ahlakı arasındaki benzerlik üzerine, Eylül 2005’te Bulgaristan’da yayınlanan bir gazetede ESI çalışması olarak çıkan “İslami Kalvinistler: Orta Anadolu’da Değişim ve Tutuculuk” başlıklı makaleye göndermede bulundu. Önce Max Weber’in kapitalizmi Protestan ahlakının kullanımının ve pratiklerinin bir sonucu olarak gören yaklaşımından kısaca bahsetti: “Protestan ahlakı gündelik hayata aşırı derecede ciddi yaklaşıyordu. Protestan etiği olabildiğince çok sermaye birikimini yüceltiyor ve günlük hayattan zevk almayı, ya da sermayenin sağladığı fırsatların tadını çıkartmayı pek hoş karşılamıyordu. Söz konusu makalede, kültürel olarak pek gelişmemiş bir şehir olan Kayseri’de, olağanüstü bir ekonomik gelişme olduğunu göstermeye çalışıyordu.”
“Avrupa İstikrar Girişimi’nin (ESI) çalışmasında çok çabuk biçimde Orta Doğu’da önde gelen bir üretim merkezi olarak ortaya çıkan Kayseri’deki kapitalist üretim ilişkilerinin gelişimi ele alınıyor. Kayseri’deki ekonomik etkinliklerin yükselişi ve onun Protestan ahlakı ile ilk kuşak kapitalistlerin sermaye biriktirme yolu arasındaki ilişki, İslami Kalvinizm fikrini tetikledi. Makaleye gore, Türk kapitalistler batıdaki gibi Protestan iş ahlakını kendilerine uyarladılar. Kayseri’de çok çalışmak bir ibadet biçimidir. Onlara göre din burada ve şimdi olanla ilgilidir, gelecekteki bir hayatla değil. Para kazanmak, Allah’ın onayının bir göstergesidir ve bu Weber’in Kalvinistler hakkında söyledikleriyle benzerlik gösterir: “Kişisel israf yok, spekülasyon yok, kazancınızı yeniden yatırıma dönüştürün”. Kayseri’deki Türkler Avrupalılar’dan 300 yıl sonra aynı Kalvinizm’i uyguluyorlar. Ancak yerel halktan işadamları bu ilişkiyi reddediyor.” Kristian Bankov bu makaleyi ve onun yapıştırdığı etiketi egzotizmin Batı’da yeniden üretilmesinin ilginç bir örneği olarak görüyor.
Tartışmanın daha sonraki bir bölümünde Bankov, küreselleşmenin tersine çevrilemez olduğunu vurguladı. “O nedenle enerjimizi süreci tersine çevirme düşleriyle yitireceğimize, dinamikleri anlamaya çalışmalıyız. Sanat dünyasında küreselleşme oldukça güzel işliyor. Tüm dünyada sanatçılar iyi anlaşıyorlar ve aralarında savaş olmuyor. Belçika’lı ressamları İtalyan Akademisi’ni bombalarken hayal edemiyoruz. Son derece barışçıl bir karşılıklı anlayış süreci var. Durum insan bilimleri açısından da aynı. Sanatla uğraşan profesyoneller yerel kimliklerini yitirmeden küreselleşebiliyorlar. Bu tür bir küreselleşmenin düşmanı, büyük olasılıkla tüketime dayalı batılı yaşam tarzı, mutluluğu sadece maddi başarılarla ilişkilendiren kolaycı yaklaşım.”
Bankov çok uluslu şirketlerin “ötekilik” meselesine de, bu yapılarda sermayenin kime ait olduğunu bilmediğimizi vurgulayarak, Arap sermayesinin de buralarda yer aldığını belirterek değindi.
Ahmed Abdalla konuya temelde başka bir açıdan yaklaştı ve egzotizm ve oryantalizmin kökünü ya da tabanını oluşturan “ötekilik” hissinin içimizde yattığını ve insan deneyiminin bir parçası olduğunu vurguladı. ““Öteki“ fikri üç alanı öne çıkartır: “kendi alanım”, “düşmanın alanı”, “tarafsız alan”, ya da İslam’da olduğu şekilde; “Dar-ül İslam” (İslam Toprakları), “Dar-ül Harp” (Savaş Toprakları), ve “Tarafsızlık/Uzlaşma Toprakları”. Ancak “ötekilik” bundan daha derin bir konudur. “Öteki” içimizdedir ve insan deneyiminin bir parçasıdır. Öteki’nin iyi ve kötü tarafları olabilir. Öteki’nin yabansılığı, garipliği bir merak ve ilgi uyandırır. Ötekiliği deneyimlemenin farklı yolları vardır. Öteki, tanıma veya hoşlanma ya da ona hükmetme arzusu uyandırabilir. Artık değerleri farklı olsa da, Oksidentalizm, Oryantalizmle aynı kültürel deneyimdir. Oryantalizmin tamamlayıcısıdır. Öyleyse, önemli olan “ötekine” yaklaşımınızdaki tutumunuzdur. Egzotizmi değerlendirirken ya da yargılarken aynı zamanda kendimize de bakmalıyız ve kendi içimizde mevcut ötekiliği zevkle ve merakla keşfetmeli ve yaşamalıyız.”
(buradan itibaren konuşmasının sonuna kadar kayıt yapılamamış)
Tartışmanın ilerleyen dakikalarında Abdalla, birbirimizin arayışı içinde “benim otantikliğim ve ötekinin otantikliği” yaklaşımının zihnini karıştırdığını belirtti. “Herşey görecelidir ve düşündüğümüz gibi keskin belirli sınırlar yoktur.”
“20. yüzyılın başında Suriye ve Lübnan’dan Mısır’a yapılan ilk göçler özellikle tiyatro açısından önemlidir. Modern Mısır tiyatrosunun kurucuları gerçekte Suriyeli ve Lübnanlılardır. Bu bizim bu insanları daha fazla tanımış olduğumuzu gösterir. Lübnan diyalekti tüm Mısırlılara aşinadır. Düşüncenizi hiç sorun olmadığı ya da her zaman sorun olduğu yaklaşımına dayandırırsanız işte sadece o zaman sorun vardır. İnsan deneyimi ve hatta coğrafi hudutlar için bile kesin ve belirli sınırlar yoktur, çünkü onları biz uyduruyoruz.
Ata Ünal önce “Avrupa” sözcüğünün, doğu dillerindeki mitolojisi ve etimolojisinini, buna ilişkin bağlantılar ve ilginç noktaları anlatarak adlandırma sürecine dikkat çekti. Bu çalışmayla, “Arap” ve “Avrupa” sözcüklerinin birçok dilde aynı kökten türeyip farklılaştığını gösterdi. “Batı, her zaman, günbatımıyla, geceyle, akşam, vb. ile ilişkilendirilmiş ve Doğu’ya göre konumlanışı ile tanımlanmıştır. “Arap” sözcüğü de güneşin battığı topraklar anlamına gelir, o halde Arap toprakları da Arabistan’ın doğusunda yaşayan insanlarca isimlendirilmiştir.”
“Bu tarihte çokça gördüğümüz bir durumdur: genelde başkaları sizi adlandırır ve siz de bunu içselleştirirsiniz. Bu noktadan hareketle sanatsal bağlama gelirsek, Türkiye’de oryantalizmin etkisi, “doğulu oryantalizm” ya da “içimizdeki oryantalizm” olarak adlandırılabilecek bir biçimde ortaya çıkar. Bu, Batı tarafından üretilmiş oryantalist imgenin Osmanlı veya Doğu ya da Orta Doğu seçkinleri tarafından içselleştirilmesidir.
“Biz bu tavrı, aslen eğitim stratejilerimizde ve yaklaşımlarımızda sadece kurumsal bazda değil ama aynı zamanda içinde yaşadığımız kültürel ortamda da görüyoruz. Analitik ve sanatsal araçlarınız, ölçüt ve standartlarınız, estetik beğeniniz kendinizin içselleştirilmiş dışarlıklı bir görünümünün etkisi altında şekillendirilmiştir. Farkında olmadan, ya da kimi zaman da bilerek kabullendiğimiz bu içselleştirilmiş dışarlıklı bakış açısına ben egzotik ya da oryantalist bakış açısı diyeceğim. Bunu kabullenmekte bir sorun yokmuş gibi görünebilir, ancak bu faydalandığımız ya da kendimize mal ettiğimiz bakış açılarından biri olursa. Ancak bu, kendi ülkenizde, sizin herhangi bir dinamiğinize hiçbir göndermede bulunmayan kurallara göre belirlenmiş, “uygar” bir yaşam tarzı kurmak için, uyarınca hareket ettiğiniz temel ya da tek ölçüt haline gelirse, orada ciddi bir sorun ortaya çıkıyor. Bunun sanatsal alanda da yansımaları vardır ve orada da çok önemli sorunlara neden olur. Konuya ilişkin bir başka sorunsal da, içselleştirme araçlarının sadece entellektüel seçkinler tarafından benimsenmiş olmasıdır, çünkü içselleştirme araçlarını benimseyecek vasıtalara sadece onlar sahiptir. Sonuç olarak, analitik ve sanatsal araçlarınız Batılı kural ve ölçütlere göre uyarlandığından, ürettikleriniz aslında tek bir temel bakış açısı ya da onun versiyonlarını ifade eder ya da yansıtır ve siz genelde bunun farkında bile değilsinizdir. Çünkü bu eğitiminizde, kültürünüzde ve niteliklerinizde içkindir. Bu model; doğası itibariyle, kaçınılmaz olarak ciddi miktarda insanı ve seyirciyi sanatsal ve kültürel alandan dışlar. Bunun çok önemli bir örneği, Türkiye’deki eğitim kurumlarından, konservatuarlardan ve devlet tiyatrolarından geleneksel Türk tiyatrosu biçimlerinin dışlanmış olmasıdır. Böylece onun usta-çırak ilişkisine dayanan eğitimi, bilgi aktarım yöntemi, sekteye uğramıştır ve bu Türk tiyatro tarihinde bir kırılma noktasını teşkil eder. Bu nedenle, Türkiye’de “çağdaş” bir şeyle karşılaştığınızda, gördüklerinizi tüm bu hususları hesaba katarak ele almanız gerekir.”
İçselleştirme, belirtmiş olduğum gibi, batının düşünsel süreçlerinin ve analitik araçlarının doğunun entellektüel elitince alınması ve bunların sanatsal ve kültürel hayata uygulanması ile gerçekleşir. Bu yaklaşım birçok hataya, yanlış anlamaya, yanlış yönlendirmelere gebedir. Dragan Klaic’in raporu üzerine yapılan ”İstanbul Yanıt Veriyor” başlıklı oturumda örneğin, orta yaşlı bir Türk kültür operatörü adam, raporun lehinde fikirler açıkladı ve bunun nedeni olarak da raporun İstanbul’un kültürel yapısına bakmakta belirli standartlar getirmiş olmasını gösterdi. Bu bakış açısı, eğitim ve kültürde uzun dönemde oluşturulmuş ortam ve bunlara ilişkin stratejiler yoluyla, batılı analitik araçları içselleştirmenin bir sonucudur. O halde, Avrupa’dan daha “otantik” bir ülkeye geldiğinizde, olumlu ya da “çağdaş” olarak nitelediğiniz ya da iletişim kurabildiğiniz sanat ürünleri sadece “Avrupa standarları”na göre kültürel olarak paketlenmiş olanlardır, çünkü onlara bir biçimde aşinasınızdır, kendinizi yakın hissedersiniz. Öyleyse bu içinde alım satım yapılan bir pazardır. Oryantalizm sadece önyargıların bir sonucu ya da önyargının kendisi değildir. O iyi satan bir üründür. Bu pazarda, alıcılar Batı’aki oryantalistler, satıcılar Doğu’daki “oryantal oryantalistler”, satılan mal ise kültür ürünleridir.”
İstanbul’da yeni bir sanatçı girişimi var ve ben de bunun içindeyim. Bu yeni girişimin içinde yer alan sanatçı ya da toplulukların bir kısmının uluslararası tanınmışlıkları var, ancak Türkiye’de seyircileri yok. Şu anda gündemlerindeki en öncelikli eylem maddesi bu durumun arkasındaki dinamikleri araştırmak değil, ama uluslararası itibar üzerinden yerel tanınma arayışında olmak. Ve buradaki uluslararası da neredeyse sadece Avrupa ya da Batı anlamına geliyor. Yerel ölçekte neredeyse hiç seyircisi olmamak ama uluslararası tanınmışlık ve itibara sahip olmak ve sadece bunun için “iyi sanatçı” olarak niteleniyor olmak, bu bağlamda sanatsal ve kültürel açıdan ciddi biçimde sorgulanmalıdır. Başka bir nokta daha, insanlar yabancı bir ülkeye gittiklerinde, sadece kendilerine aşina olan, ya da kendi beğenilerine uygun olanlara bakmamalı ya da sadece onlara değer vermemeli, aynı zamanda kendisine hiç aşina gelmeyeneleri de aramalı. Bu, bence, bir bütün olarak tüm dünyadaki sanatsal ve kültürel alana daha derinlemesine bir kavrayış getirecektir.”
Bu konuşmanın ardından izleyicilere söz verildi ve gelen sorular ve yapılan yorumlar tartışmanın ilerlemesine katkıda bulundu. Bu aşamada izleyicilerden ve konuşmacılardan sorular ve fikir bildirimi yoluyla gelen katkılar, ana hatlarıyla aşağıdaki gibidir:
Bir şeyi otantik kılmak ya da onu öyle nitelemek için onu “öteki” olarak konumlandırmanız gerekir.
Oryantalizm ya da egzotizm sadece yabancı olanı “öteki” olarak konumlandırmanızı değil, kendinizi de bir başka “öteki” olarak konumlandırmanızı gerektirir.
Bu yaşadığımız “ötekilik” durumunda bir huzursuzluk var. İki taraf adına ben ve “öteki” var ve bir de genelde, bizim merakımız sonucu birbirimize doğru yaptığımız hareketlerden kazanç sağlayan bunların dışında bir üçüncü şahıs var.
“Öteki”nin tanımı. Bu kendimize ilişkin bir insanlık durumu mudur, yoksa “kendi”ni ve “öteki”ni tanımak anlamında batılılar ve doğulular arasında bir fark var mıdır? Kendini “öteki”nden ayrı olarak tanımlamak sadece batılı bir şey midir?
Kültür ve sanat alanındaki insanlar politika ve ekonominin yaptırımları altında nasıl davranmalıdırlar? Onlar için politik ve ekonomik kısıtlamalardan kurtulma olasılığı var mıdır?
Günümüzün ekonomik, politik ve kültürel alanı hala batı düşünce ve pratiklerinin yaptırımları altındadır, ancak oryantalizm, sadece batılıların doğuya bakma fikri değildir. O aynı zamanda doğunun da kendine nasıl baktığı ve batılı bakış açısını nasıl içselleştirdiğiyle ilişkilidir. Politikanın ve ekonominin yaptırımlarıyla kültür ve sanata gözdağı verilse de, sistemi içerden eleştirecek yollar bulmak için daima umut ve olanak vardır. Başkalarına ilişkin sahip olduğumuz imgelerin ve onlara nasıl baktığımızın farkında olmalıyız.
5 Kasım 2007 Pazartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder