ÇALIŞTAY - AVRUPA’DA YAŞAYAN TÜRK SANATÇILARIN SANATSAL SERÜVENLERİ
Saat: 15.00 - 17.00
Yer: İTÜ Oditoryum
Oturum Yöneticisi:
Deniz Ünsal (İstanbul Bilgi Üniversitesi, Türkiye)
Konuşmacılar:
Gül Gürses (Sanat Yönetmeni, Theater Des Augenblicks, Avusturya)
Serra Yılmaz (Sanatçı, Türkiye-İtalya)
Mihran Tomasyan (Dansçı ve Koreograf, Fransa)
Neco Çelik (Film Yönetmeni, Almanya)
Lulu Menase (Orient Express Tiyatro Topluluğu Yönetmeni, Fransa)
Gül Gürses
25 yıldır Viyana’da yaşıyorum ve kültürlerarası ilerleme için tiyatro yapıyorum. İlk kez İstanbul’a bir konferansta konuşmak üzere geliyorum. Türkçe konuşma özleminde olduğum için konuşmamı Türkçe yapacağım. Öncelikle bu organizasyon için AKD’ye harcanan emekler için teşekkürler. Bunun arkasında profesyonellik görüyorum. Bu bana çok büyük umut veriyor, ileriki organizasyonlar için. Artistik direktörlüğe ek olarak bir sanat işçisi olduğumu düşünüyorum. Çok çalışıp terliyorum. İşçi olma vasfı benim için daha ciddi bir kimlik. Objektif olarak çok kültürlü toplumlarda sanatçı olarak kendimi gerçekleştirmek bir avantaj. Kendimden bahsederek Avrupa’da yaşayan “öteki” sanatçılardan söz ediyorum. Ben “tek” bir Avrupa’ya değil “birçok” Avrupa’ya inanıyorum. Buralarda yaşayan sanatçılar, yaşadıkları kültür politikaları ve sistemleri içinde farklılık gösteriyorlar.
Deniz Ünsal
Türkiye’den gelen veya Türkiye’de doğmuş bir sanatçı olarak kendinizi Avrupa’da nasıl tanımlıyorsunuz? Avrupa; Viyana, Paris veya Berlin’den baktığınızda aynı mı gözüküyor? Türkiye’den gelen bir sanatçı olarak, toplumun beklentilerini nasıl karşılıyorsunuz? İşlerinizde Türk veya doğulu unsurlara yönelik bir beklenti var mı? Sanatınızı icra ettiğiniz ülkelerin kültür politikalarının etkileri neler?
Lulu Menase
İstanbul dünyanın en kozmopolit şehirlerinden biri. Fransa’da kendimi yabancı hissettim ama bu hoşuma gitti. Çünkü yabancı olmak sıradışı bir durum, bundan dolayı kendimi şanslı sayıyorum. Bazen kendimizi yalnız hissetmemize neden oluyor ama bir sanatçı zaten her zaman kendini yalnız hisseder. Sanatla uğraşmak, kendi yalnızlığınızla, toplumun yalnızlığıyla savaşmaktır. 40 yıldır Fransa’da yaşıyorum ve artık Türkiye’de de bir yabancı olmaya başladım. Paris uluslararası prodüksiyonlar için gerçek bir merkez. Oyunculukta milliyet olmaz. Tüm dünya benim.
Serra Yılmaz
Lulu, konuşmasında “Benim yerim Paris” dedi, “Fransa” demedi. Buna ben de katılıyorum. Ben de çok aidiyet duygusu olan biri değilim. Dolayısıyla burada hep birarada oturmamız bir tesadüf değil. Ben de kendimi İstanbul’a ait hissediyorum. İstanbul’a geri dönme ihtiyacım her zaman var. Tesadüfler sonucu kendimi İtalya’da buldum. Aslında Fransız formasyonuna sahibim, Fransızca okudum, orada yaşadım. Belki de ilk oraya gitmeliydim. İtalya’da dikkatimi çeken şey şu oldu. Doğulular da batılılar da, batıda yaşamanın daha iyi olduğu önyargısına sahipler. Türk basınında defalarca tam tersini ifade etmeme rağmen İtalya’ya yerleştiğime dair haberler çıkıyor. Aynı şekilde İtalyan basını da “Kaç yıldır burada oturuyorsunuz?” diye soruyor. Bir doğulu için batılı bir ülkede başarılı olmak, hemen oraya yerleşmeyi gerektiriyor. Roma’yı çok seviyorum ama bana göre bir taşra şehri, benim için uyarıcı bir yanı yok. İnsanların beni “duyamamaları” durumuna sık sık rastlıyorum. Bu yeteri kadar kendi kendine konuşan bir örnek.
Neco Çelik
Türkiye’de doğmamış tek kişi olarak ben misafir işçiyim. Berlin doğumluyum, bir misafir işçi ailesinin çocuğuyum, ikinci nesilim. Ben de vatanım olarak Berlin’i daha detay istenirse Kreuzberg’i görüyorum. 18 yaşıma kadar Almanya’da kendimi açıklamam gerekmiyordu. Sanat kanalıyla “yabancı” tanımına dahil olduğumu öğrenmek zorunda kaldım. Bir gün; Türk, Alman ya da yabancı olmadığıma karar verdim. Ama bu da işe yaramıyor ve bunun sonucunda oportünist olup global oyunun bir parçası haline geliyorsun. Neredeysen oralı oluyorsun.
C (LM) - Bir Avrupa yok. Avrupa, yapılabilecek/hayal edilebilecek/yaratılabilecek olan. Birbirini tanımak ilginç. Avrupalılar birbirini tanımıyor. Fransızlar Almanları tanımıyor, Almanlar İngilizleri tanımıyor, vs. Bazen Avrupa’ya karşı olduğumu düşünüyorum. Afrikalılar, Asyalılar dışarıda bırakılacak. Bu tür bir Avrupa istemiyorum. Avrupa çok kültürlü bir ütopya, henüz bir varlık değil. Bir finansal/ekonomik zorunluluk. Farklı kültürleri tanımak önemli. Avrupa organizasyonunun zenginliği, birarada barış içinde yaşayan insanların birbirinden olan farkı.
C (GG) - Avrupa içinde bir sürü İstanbul, İtalya var. Birbirne komşu paralel gerçekler var. Bir de AB gerçeği var. AB bir kimlik oluşturma süreci yaşıyor. Tek bir kimlik ve geliştirmekte olduğu bir sanat politikası var. Bu politika tartışılabilecek sorulara açık ve pozitif potansiyel içeren bir oluşum. Bu politikayla sanatçı olarak diyalog kurabiliyorum. Ana yaşadığım yer olan Viyana’da, ulusal bir kültür politikasıyla karşı karşıya kalıyorum. Bu politika, geçiş döneminde olan Avrupa’da nasyonel kimliğe sarılan ve gitgide tutuculaşan bir politika. Bu AB politikasının yerel politikalarla diyalog halinde olmadığını görüyorum. Bunu sadece Orta Avrupa ve Viyana için söyleyebilirim. Bu politikaları sanatçı olarak avantaja dönüştürmek zor. Türk, yabancı, öteki veya kadın olduğum için değil, innovatif/radikal bir sanat yaptığım için.
C (SY) -İtalya’da çalışıp yaşamayan biri olarak cevabım bu soruya doğrudan karşılık olmaz. Avrupa’nın birlik olabileceğine dair şüphelerim var daha çok bir ümit olduğunu düşünüyorum. Avrupa’nın bizim gibi işleri üreten kişilere ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Artan aşırı milliyetçi ve yabancı düşmanlığı akımlarına tek cevap bizim işlerimizin artmasıdır.
En büyük ihtiyaç bu dönemde, “öteki”ni tanımak. Tiyatro, dans, edebiyat gibi sanatlara ihtiyaç var. Bütün Avrupa’dan yana olanların kültüre yatırım yapması gerektiğine inanıyorum.
Mihran Tomasyan
Dansçılar için Avrupa’ya gitmek çok önemli. Orada her akşam dans gösterisi izleyebiliyoruz, burada 1-1.5 ay beklemek gerekiyor. Orada istenen teknik dersleri gün içinde almak mümkün. Burada kültürel altyapıya bütçe ayrılmamasından dolayı sanatçılar Avrupa’ya gidip orada çalışmaya yöneliyor. Çünkü Avrupa’da kültüre büyük yatırım var. Buradan Avrupa güzel bir hediye paketi gibi gözüküyor ama içine girdiğinizde bazı beklediklerinizi de bulamıyorsunuz. Ne kadar fazla gösteri de seyretseniz/yapsanız, oradaki elektrik/enerji buradaki kadar coşkulu/heyecanlı olmuyor. Arkadaşlarıma “Burada yaşayacağım” dediğim zaman bana deli gözüyle bakıyorlar. Burada sanatımızı sergilemek için bir de üstüne para vermek zorunda kalıyoruz. Arkadaşımın da daha önce değindiği gibi, biz işçiliği seviyoruz herhalde.
C (NÇ) -Avrupa fikri henüz sadece politikacıların kafasında, halka yerleşmedi. Sınırlar açık ve insanlar istediklerinde birbirine karışabilir ama bu gerçekleşmiyor, kimse kendi köşesinden çıkmıyor. Avrupalılar yeni yeni göçmenlerinin çocuklarıyla tanışıyor ve problemlerini görüyor ve bir şeyler kaçırdıklarının farkına varıyorlar. Şimdi ektiklerini biçme zamanları geldi. Sonra sanat devreye giriyor. Hangi dalda olursa olsun sanat, Avrupalılar ve göçmenler arasındaki boşlukları doldurabilir. Bu Avrupa’daki durum. Türkiye’de sanat elitist ve halktan uzak. Bu onların mutsuz olduğu anlamına gelmiyor, tam tersi, Avrupadakilerden çok daha mutlular. Ama gene de bilmeleri gerekir ki sanat lazım. Bu bir rüya değil, illa eğitim almak veya fevkalade bir şey yapmak gerekmiyor sanat üretmek için. Bu ulaşılabilecek bir şey. Avrupalılar göçmenlerle, Türkler sanatla tanışmalı özet olarak.
C (NÇ) -Ürettiklerimde Türklüğe dair izler olması gerekmiyor . Beklentiler beni ilgilendirmiyor. Ben sanatımı yapıyorum. İnsanlar istedikleri mesajları çıkarabilirler. Bu konuları işleyen birçok başka sanatçı var zaten.
C (SY) - 1987’de Anayurt Oteli ile Venedik Film Festivali’ne katılmıştık. Yurtdışında oyuncusu olarak katıldığım ilk festivaldi. O yıllarda adeta Türk filminden daha çok etnik ögeler taşıması, bıyıklı-kadın döven Türk erkekleri, karda bir yerden bir yere güçlükle giden insanları anlatması yönünde bir beklenti vardı. Filmin evrensel teması onları bir yerde kızdırıyordu ve yönetmene “Niye böyle Psycho gibi bir film yaptınız?” diye soruluyordu. Rahatsız oluyordum. Politika ile ilgili olarak bir örnek vermek istiyorum. Ünlü bir İtalyan gazeteci benimle röportaj yapacağı zaman sineme değil, politika konuşmak istedi. Batılı sanatçılara bu yapılmıyor. Bu diğer bir mahkumiyetimiz. Uzun dönem bunu hissettim. Son dönemde temalar değişti ama bir ülkenin temsilciliği altında hissediyorum hala kendimi. Bu genelde üçüncü dünya ülkelerinin kültür işçilerine yapılıyor.
C (MT) -Yurtdışındayken arkadaşlarımız bizi egzotik bir biblo gibi “Türk” olarak tanıştırmak istiyorlar. Ayrı bir dünyadan görülüyoruz. Sanatçılardan hep Türk ögeleri içeren performanslar tercih ediliyor.
C (LM) -Ben provoke etmeyi seviyorum. Barok bir sanatçıyım. İstersem etnik imgeler kullanıyorum. Ne istediğimi bilene kadar içimde bir şey bir elma kurdu gibi beni kemiriyor. Sonra da biçimi bulmam gerekiyor. İnsanlar benim hakkımda ne düşünürse düşünsün, ben hem doğudanım hem de batıdan. Eğer bir yabancıysanız, istediğinizi yapabilirsiniz ve açıklamak zorunda değilsiniz. Kendimi sansürlemek istemiyorum. Herkesi mutlu edemezsiniz. Ne istediklerini bilmek önemli. Benim işim, benim istediğim şey. Sanatçı olmak yorucu ama ben bir işçiyle aramızda benzerlik görmüyorum. Bir işçiyseniz “Ben” demek çok zordur, bir sanatçı için ise bu normaldir, sanatçı neredeyse narsisttir. Kimse para verip bir işçiyi seyretmeye gitmez. Fabrikalar tehlikeli yerlerdir. Ben kendimi bir işçi gibi hissetmiyorum.
C (GG) -Bu, kendimi ifade etmek için bulduğum bir kavram. Gerçekten kendimi yıkamak istediğim tek şey sanatçı narsizmi. Bu en fazla çatışma yaşadığım düzey. Toplumsal oyunların oynandığı çok büyük bir arenadan bahsediyoruz. Bir çok sosyal maske taşıyoruz.
Tam da Lulu’nun söylediğinin tersini söylemek istiyorum. Sanatçı olarak kendime bir “ara” yaratmaya çalışıyorum. Bu meditatif bir alan. Bütün kimliklerimden (kültürel ve nasyonel) ve sosyal maskelerimden soyunduğum, çıplak olduğum bir alan. Burada niçin sanat yaptığımı anlatabiliyorum kendime ve burada kendimi hiç kimse olarak tanımlıyorum. Bu kimliksizlik bana tüm kültürlerle ilişki kurmamda yardım ediyor.
C (SY) -Toleransa karşıyım. Beklediğim en son şey. Ben saygı bekliyorum. Tolerans iyi olmayana karşıdır. Herhangi bir beklentiye karşılık vermekle yükümlü bulmuyorum kendimi. Kimse bizden otantik veya Türk bir üretim beklememeli. Herhangi bir kimliğe özel olabileceğimizi düşünmüyorum.
C (GG) -Sanatçı ve narsizm çok bilindik bir konu. Bir kez daha vurgulamak isterim ki, projelerimde narsist artistler değil, daha çıplak saydam insanlar arıyorum ve bu kişisel bir karar.
C (LM) -Narsizm kendinize aşık olmanız demek değil, kendinize bakmanız demek.
C (GG) -Her zaman kendinize bakarsanız kendinizi sınırlarsınız.
C (LM) -Kendi içime bakmazsam, insanların ne göreceğini bilmezsem nasıl ayağa kalkıp “Bu benim” diyebilirim?
C (NÇ) -Film yönetmeni olarak ben bir diktatör gibiyim, benim işimde demokrasi yoktur. Bu durumda ben narsistlerin en büyüğü olmalıyım. Bu her zaman yaptığınız sanatın türüne bağlıdır.
C (LM) -Toplum sanatçılara saygı duymalı. İnsanlarla temasımız olmazsa sanat da olmaz. Teknik sorunlardan ötürü Türkiye’de çalışmak çok zor ama burada toplumla olan ilişki çok zengin.
Deniz Ünsal
Sanatçıların farklı profillerinden ve bunun onların işi ve bakışları üzerindeki etkisinden bahsettik. Farklı Avrupalardan ve Avrupa fikrinden, sanatçıların işlerinin bunların dinamiklerinden etkilenmesinden konuştuk. Sanatçıların farklı kimliklerinden söz ettik. Sanatın Türkiye’de popüler hale gelmesi neden önemli? Avrupa’da icra ettiğiniz sanatın Türkiye’ye bir şeyler katmasını diliyor musunuz?
C (GG) -Türkiye’de sanatın topluma yayılmadığı yanlış bir tespit. Ücra köşelerde bile sanat aktiviteleri yapılıyor. Kaç tane devlet tiyatrosu olduğunu bile bilmiyorum. Bütün büyük şehirlerde devlet tiyatrosu var, ayrıca şehir tiyatroları da var. Sanatın elitize bir grup tarafından izlendiği tespiti Avrupa için de geçerli. Burada sanatın toplumda yaygınlaşması için daha büyük çaba gösterilirken AB düzeyinde de bu fikir (bölgelere yayılma) ortaya çıktı. Türkiye’de olmayan şey diversite. Her türlü sanatı görmek mümkün olmuyor.
C (NÇ) -Bildiğim ve gördüğüm arasında ışık yılı fark var. Sanat yapmak için devlet tiyatrosuna ihtiyaç yok. Bilinç ve yaratıcılık mevcut değil. Sanat sadece kazanç getiren konulara odaklanıyor. Bağımsız filmler yapılıyor, bu sanatın her alanında yaygınlaşmalı. Fakat Türkiye’deki mevcut durum bu değil. Hangi işçi çocuğu çıkmış burada sanatçı olmuş?
C (GG) - Yılmaz Güney
C (GG) - Türk olup, diaspora olup Avrupa’da yaşayan hangi Türk sanatçıyı gösterebilirsiniz.
C (NÇ) - Benden başlayabiliriz.
C (GG) - Siz de Yılmaz Güney gibi bir tane olabilirsiniz.
C (GG) - Bir yanlış anlaşılmayı düzeltmek istiyorum. Türkiye’deki sanatın izlenmesinden söz ettim, Türkiye’deki sanat bilincinden değil.
C (NÇ) - Kendin fikir geliştirip inisiyatif alarak “sanatçı olmak” kavramı buraya yabancı. Bağımsız sanatçıların bu bilince sahip olması gerek.
C (MT) - Bir tane sineması bile olmayan o kadar çok şehir var ki. Kafesi bile olmayan.
C (SY) - Niçin sanatın Türkiye’nin her köşesine gitmesini istiyoruz? Sadece Türkiye’de değil her yerde her yere gitmesini istiyorum. İsviçre’deki küçük köylerin de çok ihtiyacı var. Bir tiyatronun devlet tiyatrosu olması şanssız bir durum değil mi?
S (Yorum) - Uygun bir kimlik geliştirmek zor. Arada olmak belli oranda bir özgürlük tanıyor, kırılgan ama güzel bir özgürlük diyorum ben ona.
S (Yorum) - Bizler kendimizi Türk sanatçılar olarak tanımlamaktan vazgeçmeliyiz. Sanatın milliyeti yoktur, sanat evrenseldir. Kendimizi yapısal şablonların içine sığdırmaya çalıştığımız hissine kapılıyorum. Bunu aşmalıyız. Bana neden Türkiye’ye geri döndüğümü soruyorlar. Türk olduğum için değil, İstanbul’u sevdiğim için. Bunu bilinçaltı yapıyoruz, yüzeyde bundan kurtulmalıyız. Son 30 yıldır Türkleri Avrupa’daki göçmenlerimiz temsil etti. Artık Türkiye’nin Türklerin hareketliliği/geziciliği artıyor. Eskiden Avrupalıların başka Türklerle karşılaşma ihtimali yoktu.
C (SY) - Gazetedeki “Jeanne Moreau üç Türk sanatçısına hayran” başlığı beni rahatsız ediyor. Türkler ancak ucu Türkiye’ye dokunduğu zaman bir şeylerle ilgileniyor. Avrupa Konseyi’ndeki Türk parlamenterler gündemde Türkiye’yi ilgilendiren bir konu yoksa alışverişe, gezmeye gidiyorlar. Bunu her alanda aşmamız gerekiyor öncelikle.
S (Yorum) - Ben burada keşfettiğim kültürel enerjiye ilgi duyuyorum. Bir araştırma yapıyorum. Türk sanatını keşfetmek ve daha yakından tanımak istiyorum. Sanat iletişim kurmaya yardımcı oluyor.
S (Yorum) - Sanat özeldir, evrensel değil. Evrensel ifadelere ilişkin sanat sıkıcıdır. Ben mahalli olanla ilgileniyorum, evrensel olanla değil.
S (Yorum) -Önemli olan sanattır, milliyet değil.
5 Kasım 2007 Pazartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
1 yorum:
adim orxandi.oz olkem olan azerbaycanda gecimsizlikden italyaya gelmisem.ve buranin oturumunu almag istiyirem.mene komek eleyin.
Yorum Gönder